Yakup ALMELEK
Önce masalı anlatayım, sonra değerini tartışırız...
Rüzgar ile güneş devamlı didişirlermiş. Hangimiz daha güçlüyüz diye.
Rüzgar “ben” dermiş “bi eserim, her önüme çıkanı yıkar geçerim, lodos olurum, poyraz olurum, karayel olurum, tsunami olurum, bana karşı duranı hiç acımam ezerim.” Güneş de diklenirmiş bu sözleri duyunca, “Ben”, dermiş Evren’in en büyük kudretiyim, büyük bir gök cismiyim, ısı yayarım, ışık saçarım, aydınlatırım.
Bakmışlar ki olmayacak Kâinatın Ulu Yaratanına gitmişler. “Tanrım, Sen söyle, hangimiz daha güçlüyüz?” Gülümsemiş en büyük kudret, “Bir sınav yapalım, kim daha başarılı olursa o daha büyüktür” diye buyurmuş. “Tamam” demişler Güneş de rüzgar da, “sınava girelim”.
Tanrı onları bir pencerenin önüne götürmüş. “Burası dünyanıza açılan penceredir, şu ülkede, şu şehirde şu yolda yürüyen şu adamı görüyorsunuz. Üstünde paltosu var. Bir süre koyacağız. Bu süre içinde paltosunu alacaksınız sırtından ancak adamı yaralamak yok, öldürmek de olmayacak.”
Yazı tura atmışlar. Rüzgar başlamış esmeğe. Adam rüzgarı hissedince iyice sarılmış paltosuna. Rüzgar hızlanmış, adam bir ağacı kucaklamış, rüzgar ağacı kökünden sökmüş atmış, adam bir binanın duvarına sığınmış, rüzgar binayı yıkmış. Adam kollarını giysisine sıkı sıkıya kavuşturmuş, rüzgârın sürüklediği yolda yuvarlanıp duruyormuş.
Süre bitmiş. Gücünü ispat sırası güneşe gelmiş. Güneş ışınlarını o yöreye göndermiş. Adam rüzgarın dindiğini güneşin çıktığını görünce ayağa kalkmış, üstünü başını düzeltmiş. Havanın biraz daha ısınması üzerine paltosunu çıkarmış, koluna almış ve ıslık çalarak, şarkı söyleyerek yürüyormuş artık.
Sevgili okurlar, bu masalı bana anlatan kişiyi çok iyi hatırlıyorum. 30-40 yıl önce İstanbul’da Topkapı’da Davutpaşa Caddesi üstünde Tiftruk Matbaacılık Şirketi vardı. Muhasebe Müdürleriyle bazen kısa kısa sohbet de ederdik. Adını belleğimde tutamadığım için kendime kızıyorum.
Masalı dinlediğimde içimden “kel alaka” demiştim. Ancak yılların içinde masalın vermek istediği mesajı daha iyi kavramağa başladım. Aile içinde, iş münasebetlerinde şiddetin her zaman mağlup düşeceğini anlamam çok zamanımı almadı. Atasözüdür “Rüzgar eken, fırtına biçer” sözü bu iddiamı doğrulayan pek çok anıma ev sahipliği yapıyor.
Örneğin:1970 - 1980’li yıllarda ülkemizde işçi - işveren münasebetlerinde şiddetli gerginlikler yaşandı. Zaman zaman taraflar rüzgar olmayı yeğlediler. Ülke bundan büyük zarar gördü. Bir ihtilal oldu.
Sosyal münasebetlerden ekonomik nedenlere kadar uzanan yelpazede şiddeti rüzgar, tolerans veya anlayışı ise güneş temsil etmekte. O kadar ki politikada kızgınlık veya hiddeti şahinler, sulh isteyenleri güvercinler betimliyor.
Dünya siyaseti de bu iki kuşu simgelemekte. Örneğin Bush’u şahine benzetiyorlar. Bill Clinton da güvercin şeklinde resmediliyor.
Barack Obama’nın hangi kıyafeti kendisine daha fazla yakıştıracağını zaman gösterecek.