Dalya evil ve iki çocuk sahibi bir kadındır. Evlenir evlenmez eşine adeta şans getirmiştir. Her geçen gün maddi durumlar, iyiye gitmeye başlar. Zamanla onlar parmakla gösterilen bir hayli varlıklı bir çift olurlar.
Herşey yolundadır. Ancak bir gün onları çok kötü bir haber beklenmektedir. Babası bir trafik kazası geçirmiş ve bu hayata gözlerini kapamıştır. Hepsi şoktadır.
Cenaze töreni ve dualar sona erer. Mevlutta okunur. Sıra Dalya’nın annesi Juli’nin durumuna gelmiştir. Dalya’nın bir ağabeyi vardır; ama o yurtdışındadır. Bu görev Dalya’ya kalır. Eşi de ona destektir: “Hayatım ne istersen onu yapalım. Istersen kadının düzenini bozma. Ona bir yardımcı tutalım. Yalnız kalmaz ve rahat eder. İstersen bizim eve alalım. Nasılsa evimiz çok büyük. Bir odasını ona tahsis edelim” diye belirtir.
Dalya ikinci teklifin daha makul olacağını düşünür. Annesinin acısına ortak olmak ister.
Hemen annesinin evi boşaltılır. Annesi onlara taşınır. Başlangıçta herşey bir hayli güzeldir… Çocuklar okula gider. Ana kız birlikte kahvaltı ederler. Laflaşırlar. Sonra da herkes kendi arkadaşlarıyla buluşur.
Ardından sorunlar baş gösterir. Dalya çok titizdir. Annesine sürekli karışır.
Herhangi birine kızsa, sinirini en yakını olduğundan annesinden çıkarır. Kocasıyla münakaşa etse annesi duyar ve çok üzülür. Aynı evde olduklarından Dalya ve ailesinin tüm sorunlarına annesi de şahit olur. Hep onlar için üzülür. Belki de yaşlanıyordur. Her problemi büyütür. Sözgelimi torunu ateşlenince evhamlanır: “Canım benim. Hastalandı” diye başlar ağlamaya. Ailenin tüm sorunlarını bizzet o da yaşar. Dalya hep hırçındır. Çocuklarıyla iletişim kurmakta zorlanır. Sorunları yüzüne yansır. Annesi de hep onun için üzülür.
Bir gün Dalya eve gelir. Annesi ona sürpriz yapmak için en sevdiği kekleri pişiriyordur. Birden burunlarına bir yanık kokusu gelir. Konuşmaya dalıp kekleri unutmuşlardır. Dalya annesini çocuk gibi azarlar: “Bir de bu eksikti. Canım tepsi çöplük oldu. Ne işin var bu yaşta kek yapacak! Otur biraz yeter. Karışma işime.hayatıma karışma artık!” der. Bu tartışma sonucu annesi odasına çekilir. Hiç çıkmaz odasından.
Gece Dalya’yı da uyku tutmaz. Uyanır. Annesinin odasının etrafında dolanmaya başlar. O da uyumamıştır. Dalya kapısını tık tıklatır. İçeri girer: “Anne ne olur beni affet. Bu günlerde sinirlerim çok bozuk. Kızım sınavdan kötü not aldı. Oğlum basket takımına seçilemedi. Üzülüyorum işte” der. Annesi ona sarılır: “Boşver kızım. Ben sana kızmam. Anne kız birbirlerine kızar mı hiç? Canım benim çocuklar böyledir. Hergün bir sorun yaşarlar ve yaşatırlar. Sen bunları önemseme. Sağlıkları iyi olsun, o bize yeter” diye açıklar. Dalya: “Arkadaşlarıma da çok kızıyorum. Hepsi içten pazarlıklı. Dostluk yok olmuş. Hep beni üzüyorlar, anne” deyince annesi onu. Küçük bir kız çocuğu gibi kucağına alır. Kafasını okşarken ona: “Ailen iyi mi? Sağlıkları yerinde mi gerisi boş. Inan bana. Biz birarada olalım. Birbirimize doyalım. Sen huzuru aile ocağından gör. Kocanla muhabbetin iyi olsun. Eşinin ailesiyle sıcak ilişkiler içinde ol. Aile ailedir. Bunu unutma. Tamam mı güzel kızım. Bu güzel günlerin kıymetini bil” der.
Dalya bir anda bütün sıkıntılarından arınmış gibidir. Çok rahatlar. Annesinin yanında tatlı bir uykuya dalar. Bu gece ikisi için de özel bir hale bürünmüştür.
Bu, böyle gelip gider. Yıllar yılları kovalar. Annesi, onların tüm iyi ve kötü günlerinde yanlarındadır. Bu, Dalya’yı biraz üzer: “Annem için çok üzülüyorum. Her sıkıntımızı bizzat bizimle yaşıyor. Halbuki ayrı evde olsaydı; bunları görmeyecekti. Hata mı ettim?” diye düşünür zaman zaman. Hep bir vicdan muhasebesi içindedir. Annesi için endişelenir durmadan. Amacı onu üzmemek, aksine mutlu etmektir ama başarabiliyor mudur? Bir gün annesinin ölüm haberleriyle yıkılır. Cenazede Dalya çok üzgündür. Annesinin en yakın arkadaşı Merkada yanına gelir: “Kızım, sen bir meleksin. Annene çok iyi baktın.” deyince Dalya: “Buna şüphem var. Anneme iyi mi baktım? Hep onu üzdüm. Saçma sapan sorunlarımı büyüterek sinirli oldum. İnsan gençken hatalar yapıyor. Herşeyi gözünde büyütüyor. Zavallı annem hep benim asabiyetim gördü. İmkanım vardı. Prensesler gibi bakabilirdim. Ona hep üzüntü verdim. Ne çok hatalar yaptım ben! Bir gün bana sürpriz kek yapıyordu. Yaktı diye onu çocuk gibi azarlamıştım. Keşke şimdi yanımda olsaydı. Boş yere onu kırdığım için defalarca özür dilerdim ondan. O sıcacık ellerini defalarca öpseydim yine. Kimsenin eli anne eli, gibi yumuşak dokunmuyor. Kimse sana bu kadar çok anlayış göstermiyor” bu hayatta. Canım annem ben sensiz nasıl yaşarım? Affetyaptığım saçmalıklara sen benim meleğimdin. Herşeyime koşan, bir anda tüm sıkıntılarımdan beni arındıran, peki ben şimdi ne yapacağım?” diyerek feryat eder. Merkada “Canım benim, annen seninle ve torunlarıyla çok mutlu bir dönem geçirdi. O, sana hiç kızmadı. Anneler çocuklarına kızmaz. Aksine seni kolladığı, dertlerine ortak olabildiği için kendini şanslı hissederdi. Hep bana senin onun yanında uyuduğun geceyi anlatırdı biliyor musun?” Hayatımın en mutlu gecesiydi” derdi. Bütün gece uyumadan seni seyretmiş. Allah’a sana uzun ömür ve sağlık versin diye dualar etmiş. Seni öpüp koklamış bütün gece. Senden bahsederken hep “Canım kızım” derdi gözleri parlayarak. O kek olayını da büyütme sonraları hep güldük annenle. Bana “Bu kız aynen kayınvalideme çekmiş çok titiz” deyip güldük uzun sure bunun için. Kısacası bir anne çocuklarının yanında mutsuz olamaz. Hele senin gibi iyi kalpli bir kızla asla. Hiç vicdan azabı çekme. Ona hep mutluluk verdin. O, hep seninle gurur duydu, hep sana hayran kaldı. Sana olan sevgisini doyasıya yaşadı. Seninle çok mutluydu. Sen mükemmel bir evlatsın” diye belirtir bu acılı evladın yarasına az da olsa merhem sürerken…