“Amacımız İsrail’i haritadan silmek” “Filistin’e girdiğimizde toprak kumla değil kanla kaplı olacak” “Ülkemiz İsrail’i yok etmeye hazırdır!”
“Amacımız İsrail’i haritadan silmek”
“Filistin’e girdiğimizde toprak kumla değil kanla kaplı olacak”
“Ülkemiz İsrail’i yok etmeye hazırdır!”
“İsrail’in varlığı çok uzun sürdü bile, İsrail’den bir saldırıyı dört gözle bekliyoruz. Artık tepe noktasına geldik, bir savaşa gireceğiz ve İsrail’i yok edeceğiz. O günü iple çekiyoruz.”
“Savaştan sağ çıkacak siyonistler Filistin’in merhametine sığınabilirler, ama kimsenin sağ çıkacağını sanmıyorum.”
“Geliyoruz Yahudiler! Sizi süpürmeye geliyoruz!”
Yukarıdaki demeçler bugünlerde duymaya alıştığımız gibi İran Devlet Başkanı Ahmedinecad’a ait değil. Bu sevgi sözcükleri Suriye ve Mısır’ın Devlet Başkanları Nurettin Attassi ile Cemal Abdülnasır’ın ve Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Ahmet Şukeyri’nin 1967 Savaşı öncesinde, Saddam Hüseyin’in ise otuz yıl boyunca sürekli tekrarladıkları ifadeler.
Geçmişte Suriye, Mısır, Irak ve FKÖ’den, bugünse Hizbullah, Hamas ve İran’dan gelen “haritadan silme” söylemi iki temel amaca hizmet ediyor:
1. İsrail’i amansız düşman ilan edip ülke içi demokrasinin önünü tıkamak. Örneğin Suriye’de tüm anayasal vatandaşlık hakları “İsrail ile savaş durumu” bahanesi ile 1963 yılından beri askıda. Bu “olağanüstü hal kanunu“ nedeniyle Suriye’de 45 yıldır ne parlamento seçimleri yapılıyor ne de ifade özgürlüğünün adı anılıyor. Tüm Arap ülkelerinde durum benzer. Eğitim, basın özgürlüğü, kadın hakları gibi toplumsal gelişim ve demokratikleşme adımları bu bahaneyle öteleniyor.
2. Ortadoğu coğrafyasında hakimiyet sağlamak: Ortadoğu’da siyasetçiler biraz palazlandı mı etnik veya dini kimlik üzerinden bölge liderliğine soyunurlar. 50’li ve 60’lı yıllarda Cemal Abdül Nasır, 80’li yıllarda Saddam hep buna heveslendi. İran Yönetimi ise birkaç yıldır bu söylemin bayraktarlığını yürütüyor.
Şii komşusunun Lübnan’da güçlenmesini engelleyemeyen Suudi Arabistan, İsrail ile yakınlaşmanın yollarını açıyor. İslam dünyasının en popüler lideri ünvanını Ahmedinecad’a kaptıran Mısır’ın Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ise geçen hafta “İran, Arap ülkelerini yutmak istiyor” dedi ve büyükelçisini Tahran’dan geri çağırdı.
Gelirlerinin yüzde seksenini petrol ve doğal gaz satışından elde eden İran, varil fiyatı 147 dolara çıkınca Hizbullah, Hamas ve nükleer programın finansmanına ciddi bir kaynak sağladı. 2009 yılında ilk atom bombasını yapacak kapasiteye erişeceği yazılıyor. Ancak petrolün varil fiyatı 40 dolarlara düşünce bütün hesaplar altüst oldu.
İran ekonomisinin büyümeye devam edebilmesi için petrol fiyatının 90 dolar olması gerekiyor. Bu küresel krizde varil fiyatını üçe katlamanın en kolay yolu enerji akışının tehlikeye girmesidir. Dünya petrollerinin üçte biri Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. İran, nükleer tesislerine olası bir saldırıda Boğaz’ı gemi geçişine kapatacaklarını çoktan ilan etti. İran’a yapılacak bir operasyon en çok petrol üreten ülkeleri zengin etmeye yarayacak.
İran’ın nükleer programı körfez ülkelerini kaygılandırıyor. Bu nedenle İsrail uçaklarının İran saldırısı için hava sahalarını kullanabileceklerini çoktan açıkladılar. Yani “pis işi” İsrail’in yapmasına hevesliler. İsrail ise hem “seni yok edeceğim” diyen hem de nükleer programı iyice ilerleyen bir İran’a karşı öncelikle diplomatik yolların tüketilmesini bekleyeceğini söylüyor.
İran altıbin yıllık bir medeniyetin mirasçısı olağanüstü zengin kültüre sahip büyük bir ülke.
ABD ile Irak ve Afganistan konularında ortak çıkarları var. Haziran ayında da devlet başkanı seçimleri yapılacak. 20 Ocak’ta ise Beyaz Saray’ın başına Barack Hüseyin Obama geçecek, yanına da Rahm İsrael Emanuel’i aldı. Dini ve etnik kimliklerin siyasetin bir numaralı sömürü aracı olduğu bu çirkin dünyada böyle bir eşleşme yalnızca Amerika’da mümkün olabilir. Yeni ABD Yönetimi İran ile doğrudan görüşmeleri, uluslar arası işbirliğini öne çıkaracağının, pragmatik ve çözüm odaklı davranacağının sinyallerini veriyor. İran’ın olumlu bir açılıma vereceği tepkiyi bekleyip göreceğiz.