Kimi zaman günlerce kendimi bir boşlukta duyumsuyor, bir sözcük olsun yazamıyorum. Sanki belleğim boşalmış, düşüncelerim körelmiş, dilim kilitlenmiş gibi... Kendimi zorlayarak ekrana birkaç satır düşürsem bile, okuduğumda beğenmiyor, hemen siliyorum. Yine gözlerim bomboş sayfaya odaklı, aklımdan yüzlerce düşünce kuşları uçuşuyor. Dikkat ediyorum bu kısırlık, bu tükenmişlik durumu, daha çok işlerimin yoğun olmadığı, sorunlardan uzak, kafa ve bedenen kendimi rahat duyumsadığım zamanlarda başıma geliyor. Özellikle tatiller, benim için en boş ve en verimsiz geçen günler oluyor; oysa daha çok okumak ve daha özgürce yazmak için iple çektiğim o günler artık gözümde tütmüyor. Uzun yıllardır biliyorum ki, ayıracağım boş zamanda yazmayı düşündüklerim, sürekli gerçekleşmesi olanaksız bir düşlem olarak kalıyor.
Kuşkusuz bu eksikliğimden olan yakınmalarım kendimle ilgili; doğrusu her türlü ortam ve koşulda, kalemi eline alıp ya da bilgisayarın başına geçip yazanlara imrenmiyor değilim. Zaten yazarlık uğraşı da, diğer meslekler gibi bir yoğunlaşma ve disiplin gerektiriyor. Yoksa bu uğraşa boş zamanları değerlendirme gibi bir amaç yüklemek, onu küçümsemek olacaktır. Asimov, anılarında şöyle diyor:
“Daima daktilomun başında yazı yazarken başım klavyeye düşüp, burnum iki tuşun arasına girerek ölmek istemişimdir, ama bu mümkün olacak gibi görünmüyor.”
Yazmak bir zorunluluk değil bir keyif olmalı, ama ne yazık ki çoğu yazarlar, Sisyphos gibi sırtladıkları kayayı tepeye çıkarıp, yani yazdıklarına son noktayı koyup derin bir “oh” çekmelerine fırsat kalmadan yeniden sözcüklerle boğuşmaya başlıyorlar. Bu kimileri için tatlı bir yakınma konusu olsa da, yazamamanın verdiği sıkıntı her zaman bu yakınmaları bastıracak güçtedir.
Gerçi bu söylediklerim farklı bir konu. Yazarlarla, benim gibi yazma sevdalıları arasındaki ayrımı kalın çizgilerle belirtmek gerekiyor.
Yine kendimi odak noktasına oturtarak şu gözlemime gelmek istiyorum:
Bir boşluk, bir başka boşluğu doğuruyor; bir tembellik, bir başka tembelliğe kaynaklık ediyor!
En yoğun olduğum dönemlerde, yalnızca yazmak değil, her konuda daha üretici, daha yaratıcı olabildiğimi görüyorum. Konuşma aralarında, dinlenme sıralarında not tuttuğum, yazı yazdığım zamanlar az değildir. Daha da önemlisi, koşuşturma sıralarında yazdıklarımın, genelde diğerlerinden daha güzel ve düzeyli olduklarını sanıyorum.
Kimi iş adamlarının ya da sanatçıların, aynı anda birkaç konuya nasıl odaklandıklarını, yoğun çalışmaları içinde her işe nasıl zaman ayırdıklarını gördüğümde şaşırırdım. Yetenekleri bir yana bırakacak olursak, bunu geliştirebilenlerin başarı şansları her zaman arttığı gibi, bu hızlarından daha mutlu olduklarını da söyleyebilirim.
Tüm bu sözlerim için bir genelleme yapmamın doğru olmadığını biliyorum, ama kendi payıma şöyle noktalayabilirim:
Yoğun olmaktan değil, boşta kalmaktan korkuyorum!