Goethe’yi çalışma odasında düşlüyorum:
Masasının başında, yoğunlaşmasına olanak sağlayan tahta sandalyesine oturmuş. Günlerdir yorgunluk ve uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözleri, önündeki kâğıtlara odaklanmış. Sıkıca kavradığı kalemi, dilinden coşkun bir ırmak gibi dökülen sözcükleri yazmakta zorlanıyor. Lotte’ye yazdığı her bir mektup yüreğinin sesini çoğaltıyor sanki. Bir ara önündeki kâğıtlardan başını kaldırıp elinden kalemi bıraksa, gözleri masanın üstünde duran sivri bıçağa takılıyor. Uzanıp bıçağı aldıktan sonra kabzasını avucunda sıkıyor, parmağıyla ucuna dokunup keskinliğini deniyor. Ne kadar bir süre geçtiğini kestirmeksizin, ansızın bir düşten uyanır gibi, bıçağı elinden bırakıyor. Bir boşluk anında o yaralı yüreğine saplamamak için kendini tutuyor. O ana değin bu sahne kaçıncı kezdir yineleniyor, kim bilir!
Bıraktığı kalemi yeniden eline alıyor, uzun süredir tutamadığı gözyaşlarıyla birlikte çılgın gibi yazmayı sürdürüyor: Karmaşık duygular gelgiti içinde, dizginlenemez bir tutku, tanımlanamayan bir acı, karşılıksız bir sevgiyle...
Goethe, Genç Werther’in Acıları’nın son noktasını koyduktan günler sonra kendine gelebiliyor.
Dünya yazını içinde, Werther kadar yazarı ile birlikte okuyucuyu etkisi altına alan, duygu seli içinde sürükleyen pek az roman vardır. Ömrünün sonlarına doğru Goethe, bir söyleşi sırasında Eckermann’a şöyle söylüyor:
“...tıpkı bir pelikan gibi onu kendi yüreğimin kanıyla besledim. İçinde kendi yüreğimden çıkmış, bu kitabın on misli kalınlığında bir romanı dolduracak kadar duygu ve düşünce var. Ayrıca daha önce de söylediğim gibi, kitap yayımlandıktan sonra onu sadece bir kez okudum ve bunu tekrarlamaktan kaçındım. Kitapta bir sürü patlayıcı madde var! Benim için ürkütücü bir duygu, kitabı var eden hastalıklı duruma yeniden düşmekten korktum.”
Ünlü düşünür ve yazarın bu kitabı yazma nedenini de şu satırlarda bulabiliyoruz:
“Beni harekete geçiren, bana bir kitap yazdıran, bana o ruh halini yaşatan şeyler, Werther’i ortaya çıkaran şeyler, daha çok kişisel, yakın ilişkilerdi. Yaşadım, sevdim ve çok acı çektim! Hepsi bu.”
Bu romanı okuyalı en az kırk yıl oluyor. Ayrıntılarını unuttuysam da bir solukta bitirdiğimi ve günlerce etkisinde kaldığımı anımsıyorum. Nitekim bu kitabın yayınlandığı dönemde, Almanya’da, bunu okuduktan sonra birçok genç kendini öldürme girişiminde bulunmuş.
Dünya yazınına damgasını vurmuş yapıtlar kadar, bunları yazmaya iten nedenler her zaman ilgimi çekmiştir. Roman ya da öykülerin satırlarına, şiirlerin dizelerine, resmin çizgi ve renklerine, heykelin kıvrımlarına yansıyan, yaratıcısının yaşamından süzülenler kadar, kurgu ve düşlemleri o yapıta farklı bir değer katıyor.
Yazarların kişilikleri konusunda ne denli meraklı olsam da, sonuçta önemli olan yazdıklarıdır. Bir romanda yer alan olay ve insanlar bizi kendilerine bağlıyor, gerçekliklerine inandırıyorlarsa, benim için söyleyecek başka bir şey kalmıyor.