Ekonomistlerden çevrecilere, feministlerden sanayicilere herkesin Barack Hüseyin Obama’dan umduğu “imkansızı başarması” ve dünyanın dertlerine deva olması.
Ekonomistlerden çevrecilere, feministlerden sanayicilere herkesin Barack Hüseyin Obama’dan umduğu “imkansızı başarması” ve dünyanın dertlerine deva olması.
Sağda solda adamı mesih ilan edenler bile çıktı.
Obama bu beklentilerin boşuna olmadığını göstermek istercesine kararlı ve hızlı adımlar atıyor:
Birinci gün Guantanamo’yu kapattı, ikinci gün kürtaj ile ilgili kısıtlamaları kaldırdı, üçüncü gün 825 milyar dolarlık yeni bir ekonomik canlandırma paketi açıkladı. Dördüncü gün ABD’yi petrol bağımlılığından kurtaracağını ilan etti, beşinci gün yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırımları açıkladı. Altıncı gün Pentagon’a “Irak’ı 16 ayda terketmeye hazır olun” dedi. Yedinci gün Bush döneminin başına buyruk “tek taraflılık” (unilateralism) siyasetini yerden yere vurdu ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında soyunduğu, başını Birleşmiş Milletler’in çektiği, “çok taraflılık” (multilateralism) düzenini yeniden tesis edeceğini ilan etti.
Bu bağlamda Afganistan sorununun çözümünde NATO ve Rusya’nın ortak çalışması için yeni bir çerçeve çiziliyor.
Bush Yönetimi’nin tek taraflı adımlarla Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne füze savunma sistemi yerleştirme ısrarı ABD-Rusya ilişkilerini germişti. Karşılıklı tehditler savuruldu, soğuk savaş günlerini hatırlatan adımlar atıldı. Gürcistan’ın işgali ile ilişkiler kopma noktasına geldi. Diğer taraftan Rusya, İran’ın nükleer programının baş destekçisi.
Geçmişte, “Küba Füze Krizi” sırasında Kennedy Yönetimi’nin başarılı diplomasisi ile Rusya, Küba’ya füze konuşlandırmaktan vazgeçmiş, ABD de karşılığında Türkiye’den nükleer füzelerini çekmişti. Kennedy-Kruşçev ikilisinin sağduyulu uzlaşması dünyayı nükleer bir savaşın eşiğinden döndürmüştü. Rusya ile ABD arasında bu uzlaşmanın yeni bir versiyonu yaşanabilir:
Önce ABD, Çek Cumhuriyeti ve Polonya topraklarına füze savunma sistemi yerleştirme kararını durdurur. Karşılığında Rusya da İran’ın nükleer programına desteğini keser. Buna paralel olarak ABD İran ile doğrudan masaya oturur.
Obama Yönetimi, Bush döneminin simgesi haline gelen, silaha dayalı “hard power” yöntemlerinin yerini diplomasiye dayalı “smart power” yönetemlerini alacağını söyleyerek seçimi kazandı.
Obama “İran gibi ülkeler, sıkılmış yumruklarını açmaya isteklilerse karşılarında bizim onlara uzanmış elimizi bulacaklar” söylemi ile İran ile doğrudan temasların önünü açıyor.
Bush yönetimi önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgal etmişti. Bu nedenle İran’ın “sıra bana mı geliyor?” endişesi taşıması doğal. Atom bombası üretme hevesi de bu bağlamda anlaşılabilir.
Geçmişte Libya ve Kuzey Kore de ABD ile bilek güreşini bırakıp el sıkışmayı tercih etmişlerdi; ABD Irak’ı “nükleer silah” yalanı ile işgal edip Saddam rejimini devirince Libya’nın başına buyruk Kaddafi’si gizli nükleer tesisini hızlıca uluslararası denetime açmıştı. O günden beri Kaddafi Avrupa başkentlerine sırayla çadırını kuruyor ve de dünya liderlerini ülkesinde ağrılıyor.
Libya’nın nükleer silahlanmadan vazgeçmesi karşılığında, uluslar arası sisteme entegre edilmesi o kadar “başarılı” oldu ki adına “Libya modeli” dendi. Kuzey Kore de ABD, Rusya, Japonya ve Çin ile benzer bir anlaşma yaptı.
“Libya modeli” İran ile ilişkilerde de örnek teşkil edebilir.
Obama’nın “akıllı güç” siyaseti ABD’nin Rusya ve İran ile ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatabilir.