Hayim kendi halinde kıt kanat geçimini sağlayan bir terzidir. Yoksuldur; ama huzurludur. Üç kızı ve tek oğluyla geçim mücadelesini vermeye gayret eder. Oğlu Şelomo okur. Üniversiteyi bitirir. Askerlik dönüşü iş arar ama bulamaz. Babasının aklına parlak bir fikir gelir: “Nasıl da daha öncedene düşünemedim ki! Baruh benim can dostumdur. Biz onunla beraber büyüdük. Aynı mahallede ne güzel günler geçirdik. Onun bir şirketi var. Yarın gidip ondan sana iş isteyelim. Bu işi “tamam” bil. Baruh muhteşem bir insandır. Kesin bize yardım eder” diye belirtir.
Ertesi gün Hayim oğluyla Baruh’un yolunu tutar. Holdingten içeri girer. Sekretere “Ona en iyi dostu Hayim, geldi deyin” der.
Gerçekten de Baruh koşarak gelir. Ona sarılır. Türlü ikramlardan sonra sıra eski günleri yad etmeye gelir. Baruh: “ne güzel yıllardı. Ne çok eğlendik değil mi? Senin yerin benim kalbimde hep sağlam bir yer tutmuştur. Sen benim için çok özelsin, dostum” diye belirtir.
Hayim söze başlar: “Ben senin gibi okumadım, okuyamadım. Biliyorsun babamı kaybettim. O, Hanuka Bayramı’nı hatırlıyorsun değil mi? Okulda piyesimiz vardı. Öğretmen beni yanına çağırmıştı. Belli ki kötü bir havadis hayatımdan içeri girmekteydi. Tüm kaderim bir anda değişmekteydi. Mutlu tasasız çocukluk yıllarım bir ışık hızı misaliyle yok olmuştu adeta. Babamı kaybetmiştim. Bir anda büyüyüp olgunlaşmıştım. Tahsilimi bıraktım. Ondan sonra da seninle de görüşemedik. Herkesten elimi ayağımı çektim. Dostlarla vakit geçirmek lükstü benim için. Çalıştım durmadan. Sonra evlendim. Annemi de yanıma aldım. Arka arkaya dört çocuk sahibi de olunca omuzlarımdaki yük arttı da arttı. Seni de arayamadım, hatırını soramadım. Affet ne olur. Şimdi neden geldiğimi merak ediyorsundur. Ben babasız büyüdüm. Hep kendimi kanadı kırık bir kuş gibi gördüm. Çaresiz ve yalnız… Oğlumunsa babası var. Onu destekleyecek, ona yardım edecek bir baba. Şimdi senden bir ricam var. Ona burada şirketinde iş ver. Üniversiteden dereceli mezun oldu. Onunu elinden tut. Bu işler böyle tanıdık olmadan gitmiyor. Yardım et dostum” diye açıklar.
Baruh: “İnan seni çok iyi anlıyorum; ama şirketimizin gidişatı pek parlak değil. Şu an işçi çıkarıyoruz sürekli. İşçi alımını durdurduk. Bu imkansız inan bana” der demez Hayim ayağa kalkar: “Tamam. Vaktimi aldık. Teşekkürler” der.
Çıkar trene biner. Oğlu da yanındadır. Çok utanmıştır ondan. Ne ümitler vermiştir ona. Içinden Allah’la konuşur: “Neden, ben Tanrı’m neden ben? Hep çaresizlikle, sevdiklerime birşeyler yapamamanın verdiği eziklikle yaşamak zorunda kalıyorum. Neden kader hep beni en istediğim anda bir köşeye fırlatıyor?” diye belirtir.
Birkaç gün sonra oğlunun başvurduğu bir şirketten haber gelir. İşe alınmıştır. Hepsi çok sevinir. Evde parti düzenlenir. Hayim’in de yüzü gülüyordur.
Bir gün sinagogda bir konuşma vardır. Konu “insanları yargılamamanız gerektiği” başlığında toplanır. Şansa Baruh da oradadır. Rabi konuşur: “insanların neler yaşadıklarını bilemezsiniz. Onları yargılamak çok çok kolay ama basit ve kötü bir yol. Yanılgı katsayısı çok yüksek. Böyle durumlarda durun ve hemen hatalı bir karar vermeyin. Olayları zamanın akışına bırakın” deyince Hayim: “Nasıl duralım? İnsanların çoğu bir mevkiye ulaştıkları zaman bir anda değişiveriyorlar. Seni tanımıyorlar, sesini duymuyorlar. Güçlü olduklarından seni bir anda sindirmeye çalışıyorlar. Ezikliğini tüm iliklerinde hissettiyorlar sana. Halbuki aslında o gücün o kişiye Tanrı tarafından verildiğini ve bir anda da yine Tanrı tarafından alınacağını bilemeyecek kadar budalalar. Annem hep ne der biliyor musunuz” Güvenme güzelliğine bir sivilce yeter, güvenme servetine bir kıvılcım yeter.” Bu insanlar güçlerinin gücüne o kadar güveniyorlar ki, insanlıklarını unutuyorlar. Bir babanın çaresizliğine seyirci kalıp, bu olaydan etkilenmeyip hayatlarına devam edebiliyorlar, değil mi Baruh? Ne oldu işlerin mi bozuldu? Sen sinagoga gelmezsin. Bak gördün mü? Böbürlendin böbürlendin başına kim bilir neler geldi?” diye haykırır herkesin içinde.
Rabi: “Size bir anekdot anlatmama izin verin. Bir gün bir Rabi trene binmiş. Kitabını çıkarmış. Okumaya çalışıyormuş. Bir adam yanında oturmuş üç oğlu ise durmadan yaramazlık yapıyormuş. Trenin altını üstüne getiriyorlar; ancak baba oralı bile değil. Rabi bir ters bakmış, iki ters bakmış. Sonunda dayanamamış: “Hey efendi bu çocukları sen mi susturursun ben mi?” diye çıkışmış adam üzgün bir ses tonuyla kısık sesle ona dönüp “Bugün annelerini kaybettiler. O yüzden müdahale edemiyorum” diye yanıt verince Rabi çok üzülür ve utanır. Bazen olayları görürüz ama aslında göremeyiz. İnanın bana” diye açıklar. Baruh, Hayim’in yanına gelir şirketimizde bir köstebek vardı. Kısacası tüm gizli bilgilerimizi sızdıran bir casustu bu ortaklarımla ben her tarafa kameralar koydurttuk. Tüm konuşmalar da dinleniyordu. Eğer oğlunu işe alsaydım herkes benim ona torpil yaptığımı öğrenecekti; çünkü seninle olan konuşmalarının da dinleniyordu. Zaten şirket zor günler geçiriyordu. Bu gidişat devam ederse kapatılacak kötüye giden bir şirkette oğlunun çalışmaya başlaması onun için tam bir hüsran olurdu. Bunu yaşamasını istemedim. Hemen Salvator’dan yardım istedim, yani oğlunun şimdiki patronundan. Oraya başvurmuş ama işe alınmamıştı. Tecrübesinin olmadığını söylediler. Ona kefil oldum. Zaten iki gün sonra da onu buldular ve işe aldılar. Bizim şirketteki köstebekse ortağım çıktı. Şirketi kapattım. Şimdi yeni bir yer açıyorum. Oraya oğlunu da alacağım. Sana bunu söylemeye geldim. Hanımın sinagogda olduğunu söyleyince gelip biraz dua ettikten sonra seninle bu konuyu konuşacaktım” diye belirtir.
Hayim şoktadır, kulaklarına inanamaz. Ona sarılır, ağlaşırlar. Baruh: “Biliyor musun babanı ben de çok severdim. Öldüğünde çok üzülmüştüm. Senin için birşeyler yapmak istemiştim ama ne yapabilirdim ki, henüz on dört yaşındaydım. O, çaresizliğin, kanadı kırıklığın şiddetini iyi bilirim ben. Yüce Tanrı’ma şükürler olsun ki; bugün bu gücü bana bahşetti. Inan bana asla kuvvetimle böbürlenmedim, hep sana bir gün bir iyilik yapmanın yollarını aradım. Oğlunun okuldaki bursunu da ben ayarladım. Askerde bile ona birileriyle yardım yolladım. Annenin mezar taşını yaptırtan o bağışsever de benim. Tant Merkada’yı da çok severdim. Inan bana seni hiç unutmadım. O, Hanuka Bayramı’nda ayrılışımız beni çok yaraladı. Bir daha böyle şeyler yaşamamamız için durmadan çalıştım. Tırnaklarımla kazıdım. Artık kanadı kırık değiliz Hayim. Sen ve ben bu yılların acısını çıkaralım. Dostluğumuzu sürdürelim. Çocuklarımızı görüştürelim. Sana, sevgine çok ihtiyacım var, dostum. Sahte yapmacık insanlardan kurtar beni çok yoruldum çok. İçtenliğe, samimi duygulara hasret kaldım o eski günlere dönelim. Yine saatlerce sabahlara kadar sohbet edelim. Yine birlikte gülelim, birlikte ağlayalım. Söz mi?” der.
Birbirlerine sarılırlar. Kalpleri çocuklar gibi hızlı hızlı atıyorken yol alırlar bu iki dost ömürlerinin ikinci baharlarına…