Eskiden sanatçıların televizyon ve gazetelerdeki söyleşilerini izlerken, onların bana göre kimi olumsuz davranışlarına ve kendini beğenmişliklerine kızardım. İster bir rastlantı, ister yetenekleri, isterse olağanüstü çabalarıyla bir düzeye gelmiş olsunlar, onların bulundukları konumda, insanlara karşı daha sevecen, daha alçakgönüllü olmaları gerektiğini düşünürdüm. Kuşkusuz, bir genelleme yaparak herkesi aynı kefeye koymak doğru değil; ancak kitle iletişim araçlarında öne çıkan bu tür sanatçıların söz ve eylemleri, beni bu şekilde düşünmeye yöneltiyor da olabilir.
Yıllar geçtikçe, o ünlü kişiler ve bu kervana yeni katılanların yaklaşımlarında bir farklılık olmamakla birlikte, benim onlara karşı bakış açımın değiştiğini görüyorum. Şöyle ki, bu gerçek sanatçı ya da sanatçı geçinen insanların davranışlarını artık önemsemiyor, tersine, bu duruşlarının sanatlarına olumlu etkilerinin olduğunu düşünüyorum.
Ama yalnızca sanatlarına!..
İnsan olarak bu yaklaşımlarına saygı duyamasam da, yaratıcılıklarını besleyen, kendilerini her zaman başkalarından üstün ve farklı gösteren bu duygunun, onları kışkırtmada olumlu bir etken olabildiğini sanıyorum. Başarılı oldukları ölçüde alçakgönüllü olmalarını beklerken, onları tümüyle karşıt bir konumda görmek, bende düş kırıklığı yaşatsa da, hem toplumun önemli bir kesimi tarafından el üstünde tutulmaları, hem de sanatın yüceliğine duyduğum saygı karşısında, ister istemez önümü ilikliyor, susuyorum.
Biz yine de konuşma sınırımızı koruyarak, sözü bir öyküyle sürdürelim:
Bir zamanlar resim ve heykelde yetkinliğe ulaşmış çok büyük bir sanatçı varmış. Heykelleri öylesine canlı, o denli hayat doluymuş ki, onları gerçeğinden ayırmak olanaksızmış. Günlerden bir gün, bir bilici ona, ölümünün yaklaşmakta olduğunu söylemiş. Her insan gibi o da korkmuş, ölümün pençesinden kurtulmak için çeşitli çareler düşünmeye başlamış. Sonuçta şöyle bir çözüm bulmuş: Kendi heykellerinden on bir tane yaparak, onları bir salona yerleştirmiş, Azrail geldiği zaman kendisi de aralarına karışıp soluğunu tutmuş.
İlk kez Azrail’in başına böyle bir şey geliyormuş. Ayrıca bilirdi ki, Tanrı hiçbir zaman iki insanı aynı yaratmazdı; oysa on iki benzer kişi karşısında şaşkına dönmüş. Gergin ve kaygılı bir şekilde Tanrı’nın karşısına çıkmış. Başına gelenleri anlattıktan sonra ne yapması gerektiğini sormuş. Tanrı Azrail’in bu umarsızlığı karşısında gülümsemiş ve ona gerçek heykeltıraşı diğerlerinden nasıl ayırt edebileceğini söylemiş. Azrail, önerilen yöntemden emin olamasa da uygulamış. Heykellerle heykeltıraşın bulunduğu odaya girmiş ve ortaya seslenmiş:
-Tek bir hata dışında her şey çok mükemmel, ama önemli bir noktayı kaçırmışsınız!
Adam, bu sözler üstüne saklandığını tümüyle unutarak ortaya çıkmış ve “Neymiş bu hata?” diye sormuş.
Azrail gülerek, “Yakalandın, demiş. Senin biricik hatan bu: Kendini unutamazsın! Şimdi beni izle bakalım.”
Bir sanatçı kendini ne denli beğeniyor, önemsiyor olsa da, kendini unutması olanaksız!