BoşverMEsenize

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
4 Eylül 2008 Perşembe

Vapur, deniz otobüsü, otobüs v.s. gibi terminallerinde yapılan anonslarda söyleneni kavramak, Da Vinci şifresini çözmek kadar zor. Bir diafondan çıkan sözler deformasyona uğrayarak dalgalar halinde yayılır. Sonuç olarak anlaşılmaz ses birimleri şeklinde insanlara ulaşır. Ahali birbirine bakar: “ne dedi, ne dedi?” diye sorgular. Sonra boş verir. Hangi vapurun hangi yöne hareket edeceğini bilemediğinden karmaşa halinde bir sağa bir sola koşuşturur. Kimse gidip de, “şu diafonu anlaşılır hale getirin” demez. Hikaye uzayıp gider. Hikayenin adı çoğu kez: “Boş ver sen de!”dir.

* * *

Sanırım Şeker Bayramı’nın sonuna kadar Adalar’dan bahsetmeyi sürdüreceğim. Doğrusu bazı olayları Ada’da yaşamak bir farklıdır. Tıpkı geçen hafta yaşadığım 30 Ağustos kutlaması gibi. Çok görkemli değilse bile şehirdeki kutlamalardan daha coşkuludur. Deniz Otobüsleri İskelesi’nin karşısında yer alan Reşat Nuri Güntekin Amfisi’nin hemen yanında gerçekleşen törende Heybeliada’dan gelen bahriyeler, askeri erkan , kaymakam, belediye başkanı, siyasi parti temsilcileri yerlerini alırlar. Atatürk anıtına çelenk konur. İstiklal Marşı’yla başlayan tören, konuşmalar ve askeri bandonun çaldığı marşlarla   devam eder. Sıra halinde dizilen ada halkı, her yıl yinelenen bu töreni ilgiyle izler. Güneş ışınlarının kendini hissettirmesine rağmen, kimse, ‘boşver gidelim’ demez. Bu öykünün adı da; ‘sahiplenmektir.’

Sabah vakti yapılan tören duyguları ne kadar yücelttiyse, geceleyin aynı mekanda kutlamalar kapsamında gerçekleşen konser de o kadar  kulakların körelmesine neden oldu. Vapur İskelesi’nin üstündeki Turing’de arkadaşlarla sohbet ederken, birbirimizi duymak için neredeyse ‘telefonculuk’ oynayacaktık Kimin sahne aldığını bile anlayamadık. Gelen ses, tıpkı terminallerdeki bozuk diafonu anımsatıyordu. Neyse ki, 29 Ekim’de geceleyin benzer düzenlemeler yok. Aklınızda olsun, ola ki o gün adadasınız, sakın akşamüstü Bostancı’dan dönmeyi denemeyin. Fener alayına takılır, bir türlü evinize varamazsınız.

* * *

Cuma gününden beri emanetçiler, tam vardiya iş başındalar. Birinci sınıflar için ders yılı pazartesi günü başladı. Minikler nerdeyse boyları kadar büyük sırt çantalarıyla kah mutlu, kah mutsuz şehre gittiler.

Adanın bir kısmı boşaldı diye düşünürken, pazartesi sabahı deniz otobüsü ‘iğne atsan yere düşmez’ doluluktaydı. Nereden çıkıyor bu kadar insan, anlamıyorum. Gerçekten seçimlerde adada oy kullanmak lazım. Bu ödenek nasıl çıkacak yoksa? Bir de şu kamyon, araba gibi motorlu araç sürücülerini de okula yollasaydık, ne iyi olurdu!

Doğal görüntüyü bozduğu için hoşuma gitmese de rengarenk akülü bisikletler ve benzerleri yavaş yavaş ‘ar-ge’ alanıma girecek. Bisikletten vazgeçip akülüleri tercih etmek, benim için attan inip eşeğe binmek demek. Anlaşılan kataloglardan kask ve dizlik seçmek durumunda kalınacak. Ne olur, ne olmaz!

Ada Evi, bu yaz kültürel etkinliklere bahçesini açan güzel bir mekan oldu. Takı, ebru, seramik ve yağlıboya sergilerden, konser, film ve söyleşilere varıncaya dek geniş bir yelpazaye uzanan bu güzelliklerden henüz haberi olmayanlar var. Önemli olan küçük demir kapıdan içeri bir kez ayak basmak. Sonra keyifle gitmeye başlıyorsunuz. Bahçeye konmuş masalardaki örtüler dahi bu ince zevkin ürünü. İdareciler güleryüzlü ve daima sohbet edecek birilerini buluyorsunuz. En güzeli Ada Evi kışın da açık kalacak. Bilginize... BoşverMEyin, gidin.

* * *

Sevgili Lizet Cur. Sakın seni unuttuğumuzu sanma.. asla. Tarihleri şaşırıp, biraz geciktikse de  buradaki çekirdek kadro her gün seninle yaşamaya devam ediyor. Sabahları Anet’in odasında toplanıp çay içtiğimizde resmin bize eşlik ediyor. Akşam üzeri sabır tükendiğinde, yine Anet’in odasına girip  gülen yüzüne baktığımızda yüz hatlarımız gevşiyor. Farkında değilsin Lizet, ama sen bize moral veriyorsun.

Zaten hep vermedin mi?