Geçtiğimiz “Cumartesi” günü Türkiye A Milli Takımı, tarihinin en zor maçlarından birine çıktı. Ancak bu zorluk, sportif açıdan kaynaklanmıyordu. Geçtiğimiz Avrupa Kupası’nın en sükse yaratan ekibi olan Türkiye, dünya futbolunda ismi pek anılmayan Ermenistan’a göre yabancı sahada oynamasına rağmen gerek tecrübesi, gerekse oyuncu kalitesi bakımından zaten banko favoriydi.
Sıkıntı, iki ülkenin tarihi anlaşmazlıklarından kaynaklanıyordu. Dünya kamuoyunda “düşman” tabir edilen, birbirlerini siyasi arenada tanımayan iki devlet tarihlerinde ilk defa futbol karşılaşması oynayacaklardı. Tüm dünyanın gözü Erivan’da oynanacak maçtaydı. Acaba olay çıkacak mıydı?
Bereket sağduyu komplo teorisyenlerini bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Bir futbol maçı, belki de asırlık bir soruna diyalog zeminini hazırladı. Zira iki ülke ilk defa bir futbol maçında karşılaşmanın yanında cumhurbaşkanı düzeyinde de ilk defa aynı platformda buluştular ve resmi olarak birbirlerini tanıdılar.
Futbol, işte böyle bir oyun… O kadar kurumsallaşmış ki siyasi, ekonomik ve kültürel birçok soruna barışçıl yönden çözüm bulabiliyor ve maalesef yine aynı platformlarda çatışmaların başlangıç fitilini ateşleyebiliyor. Yani futbolun “saha dışı” etkenleri bazen hatta çokça saha içi etkenlerinden daha etkili sonuçlar yaratabiliyor.
“Düşmana Karşı Futbol” kitabının ünlü yazarı Simon Kuper Turkish Daily News gazetesiyle Aralık 2007’de yaptığı bir röportajda şöyle demektedir: “Politikacılar, günümüzün en popüler sembolü olan futbol üzerinde oyunun tarih sahnesine çıkmasından beri sürekli oyunlar oynamakta, bir bakıma futbolu manipüle etmeye çalışmaktadırlar. Ancak her zaman başarılı olduklar söylenemez.”
Stadyumlar her zaman umut ve korkuların, tutku ve nefretlerin yansıdığı arenalar olmuştur. Hükümetler ya da diktatörler, futbol taraftarlarını birer seçmen ya da destekçi olarak görmektedir. Örneğin 2007 Haziran ayında Venezüella’da düzenlenen Copa America Şampiyonası’nda başlama vuruşunu Venezüella Devlet Başkanı Chavez ile Bolivya Devlet Başkanı Morales yanlarına Maradona’yı da alarak yapmışlardır. Chavez gibi halklarına pek refah sağlayamayan yöneticiler, halklarına gurur ve milliyetçilik pompalayarak ekonomik sıkıntının korkunç yüzünü örtmeye çalışmakta, futbolu da bu amacın aracı olarak görmektedirler.
1969 yılında olaylı Honduras-El Salvador maçı sonrası iki ülke arasında bir kaç bin kişinin hayatını kaybettiği ciddi bir savaş çıkar. Bu olay, tarihe “Futbol Savaşı” olarak geçmiştir
İngiltere-Arjantin maçları Isla de Malvinas (İngilizlerin tabiriyle “Falkland”) savaşının devamı mahiyetindedir. Dünya kuplarında sadece Arjantinli ve İngiliz futbolseverler tarafından değil, herkes tarafından merakla İngiltere-Arjantin maçları beklenir. Maçta veya maçtan sonra taraftarlar arasında çıkabilmesi olası olaylar hakkında spekülasyonlar yapılır.
1998 Dünya Kupası’nda oynanan İran-ABD maçı ise iki ülkenin son 20 yıldır bir araya geldiği yegane uluslararası platform oluyordu.
Futbol afyonunun kitleleri uyutmasına, onların düzen sınırları içerisinde deşarj olmalarına en iyi örnek Franco faşizmi ve İspanya’dır. Bu konuda herkesin aklına Franco' nun İspanya 'yı 30 yıl boyunca 3F olan; Fiesta (şölen),Fuhuş ve Futbol ile yönettiği akla gelir. Tabii Franco'nun Barnebau Stadı için "Bana 150 bin kişilik uyku tulumu yapın" sözünün de, futbolun afyon olarak kullandığı aşikardır.
Sonuç olaraK aslında futbol, saha dışı etkenlere bağlıdır. Oyunu güzelleştiren oyuncular, teknik direktörler, yöneticiler, malzemeciler, fizyo terapistler basit bir oyunun parçası olduklarını düşünürler. Halbu ki gerçek bellidir; belirtilen tüm aktörler, ülke politikaları değiştiren bir siyasi olguya hizmet etmektedirler. Böylece bazı siyasetçiler için hayat daha da kolaylaşmaktadır.
“Teşekkürler FUTBOL”