Defli Tapınağının girişinde yer alan “Kendini tanı” sözleri üstüne iki bin yıldan uzun bir süredir, yüzlerce kitap yazıldı. Birçok düşünür, yeri geldiğinde bu sözü kalemlerine dolamalarına karşın, kendimizi neden ve nasıl tanımamız gerektiği ile ilgili yöntem ve bilgiyi yazılarında sezdirmişler; ancak bana göre, “niçin” sorusunu yeterince açıklamamışlar.
Zaman zaman bizi düşündürten, kışkırtan, sorgulamaya yönelten şu soruyla karşılaşıyoruz:
-Sen kimsin?
Çok yalın görünen bu soruya, verilebilecek yanıt da ayrı bir sorun!
Fiziksel özelliklerimizden başlayarak, kimlik bilgilerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzımız doğrultusunda ya da tüm bu bilgileri içeren sözcüklerle bu soruyu yanıtlayabiliriz. Ya da... Düşünsel birikimimiz, dünya görüşümüz, deneyimlerimiz, yaşama bakışımız ve duygusal eğilimlerimiz de bizi diğer insanlardan farklı kılan etmenler olabilir. Bu durumda, “Kendini tanı” önermesi karşısında nasıl yaklaşım gösteriyoruz ya da göstermemiz gerekir?..
Bu soruya herkes birikimi doğrultusunda bir yanıt bulmaya çalışsa da, en önemlisi farkına varma bilincimizi geliştirmektir. Bunun için kimi zaman ezoterik öğretilerin ışığına gereksinim duymuş, kimi zaman inançlara sığınmış, kimi zaman da bilgelerin rehberliğini benimsemişizdir. Bir ömür boyu süren bu “arayış” yolculuğu, aslında kendimizi tanıma, bulma çabasıdır diyebiliriz. Bu konu, düşünmeye başladığımızda bizi çok farklı boyutlara götürür ki, hem sayfalarımıza sığmaz, hem de söylemek istediklerimizden çok uzaklaştırır.
Benim asıl merak ettiğim, daha doğrusu gelmek istediğim konu, aynaların günlük kullanımda etkin olarak yer almalarıyla, kendimizi tanımada ne denli yol aldığımızdır.
Kuşku yok ki aynada, öncelikle bizi diğer insanlardan ayıran fiziksel özelliklerimizi görüyor, kıyaslama olanağını buluyoruz. Bunların dışında, aynaların gizemli gücü üzerine çok şey söylenebilir. Özellikle dile getirmeye bile korktuğumuz kimi düşünceler, kaygılar ve duygularla yüzleşebiliyoruz. Her dönemde, aynayı vicdanla özdeşleştirenlerin bulunduğunu da sözlerimize ekleyebiliriz.
Ayna ile ilgili ilk söylence, Narkissos’un sudaki kendi görüntüsüne sevdalanmasıyla ortaya çıktı. Bu öykü bir yandan gerçek ve ölüm ilişkisini sorgulasa da, birçok gelenekte yansımanın ruhu yakalaması, söylencelerin ortak temasını oluşturmuştur: Bu yaklaşımla, insanın kendi yansımasına bakması ölümüne yol açabilir!
Söyleşilerinde kendini tanımanın gerekliliği konusunu vurgulayan Platon’a göre, insanın bir ruh olarak kendini tanıyabilmesi için bir yansımaya gereksinim duyar. Bir göz gibi, bir ruh da kendini göremez, buna aynalar yardımcı olur. Ünlü düşünür, aynı zamanda aynayı Tanrısallığın bir yansıması olarak görür.
Sokrates de gençlerin aynaya bakmalarını istermiş: Bu gençlere, kendilerini güzel buluyorlarsa, buna layık olup olmadıklarını düşünmelerini; çirkin buluyorlarsa, bu olumsuzluklarını eğitim yoluyla gizlemelerini söyler.
Simgesel de olsa, aynalara, kendimizi tanıma yolunda önemli anlamlar yüklediğimizi düşünüyorum.