Her yerde gerginlik var. Her yerde hiddet var, mutsuzluk da var. Canım feda halde sıkılıyor artık. Yeniden, Goethe’nin Faust’unu okuyorum mecburen. Mefisto ile savaşın kazanılacağı gün düze çıkacağız. Çok zor ama direnmek gerek.
Her yerde gerginlik var. Her yerde hiddet var, mutsuzluk da var. Siyasette, ekonomide, sporda, basında, sokakta, her yerde...
Canım fena halde sıkılıyor artık.
Yıllardır yazıyorum. Yıllardır, tek araştırma konum, insanın kendisi, doğası; bu gerginliklerin ana kaynağı olan insan doğasındaki sorunlu alanlar. O kadar felsefecinin eserlerini tarıyorum, o kadar bilimadamının, hatta dinadamının eserlerini okuyorum, araştırıyorum. Tek amacım, insanın eksikliklerinin, hatalarının nereden geldiği ve nasıl düzeltileceğine dair ipuçları elde etmek. Nafile bir uğraş içinde olduğuma inanmaya başladım. Zira, ya kimileri, “insan doğuştan hatalıdır” diyor, kimileri de, “insan insanlara karıştıkça bozuluyor” diyor. Yani her halükarda insanın doğasında sorun varmış gibi gözüküyor.
İnsan bazen kendini mitolojideki anti kahraman Sisyphos gibi hissediyor. Büyük bir kayayı sırtında taşıyarak dağın tepesine taşıyan Sisyphos, yukarı geldiğinde kaya aşağı yuvarlanıyor ve tekrar sırtına alarak yukarı çıkıyor ve sonra tekrar kaya düşüyor. Sürekli aynı eylemi yapıyor. Değişen hiç bir şey yok! Bu da herhalde Albert Camus’nün dediği gibi ‘saçma’nın ta kendisi...
Alabildiğine bencil, benmerkezci karakterlerle dolmuş yeryüzü. Öteki’yi yok sayan insanlarla. Ormanda güçlü olan kazanmak için hep güçsüzleri yok etmeye çalışır. Bu davranış güç şehvetinin enerjisinden mi kaynaklanır, yoksa yokolmaya karşı içgüdüsel bir varoluş tepkisi midir, çözemedim çözemeyeceğim de muhtemelen.
Çoğalarak ve paylaşarak zenginleşmek yerine ötekini azaltarak kendini zenginleştireceğini sanıyor ezici, çoğunluk.
Zengin olduğunu sananların görkemli yanılgıları da, cepleri dolu olduğu zaman değerlerin hiç bir işe yaramayacağı sanısı. Zira post modern hayat ve onun en büyük öldürücü silahı görsel teknoloji habire bu düşünceyi zerkediyor beyine. Zerkedenler de aynı hastalıktan muzdarip zira. Kısır bir çember insanlığı uçuruma atıyor vesselam...
Ya çifte standart hastalığı? Belki de insanoğlunun en temel ortak hastalığı. Dün, ‘yanlış’ olan, bugün ‘doğrudur’ virüsü çoğumuzu teslim almış durumda değil mi? Veya başkası için eleştirdiğimizi kendimizde eleştirmeme cesaretini nereden alıyoruz? Ve giderek aldatmanın, aldatılmanın, yalanın hatta suskunluğun esaret altına almış olduğu vasatlar ordusuna katılmıyor muyuz?
Giderek yoksullaşıyoruz, giderek kişiliksizleşiyoruz. Tehlikenin farkında bile değiliz. Zira post modern hayatın dinamikleri, gözlerimizi, beyinlerimizi ve en kötüsü yüreğimizi dumura uğratmış vaziyette!
Ama en acısı ise ruhunu şeytana satma eylemi. Biliyorum, vicdan muhasebesinden kurtulmanın yegane yoludur bu. Kendinizi kemirip bitirdikten sonra rahatlarsınız. Zira, vicdan kırıntılarının yarattığı sızılar da biter artık. Satarsınız ruhunuzu bedelini bilmeden ve hayattaki tüm çelişkileriniz biter. Goethe’nin gerçek bir Faust’u olursunuz. Hayat sizi üzmez artık. Çünkü satılmış ruh herdaim mutlu kılınır. Yığınla Faust’a bir tek Mefisto yeter artık. Ne hale geldiğinizi bile anlayamazsınız. Şeytan iyi aldatmıştır sizi, “mutluluğunuz” karşılığında...
Ne yapıp yapıp onlara benzememek lazım. Ne yapıp yapıp direnmek lazım suskunluğa, onursuzluğa, bencilliğe, çifte standarta, ruhunu satmaya. Dik durmak lazım Mefisto ve onun azgın temsilcilerine karşı.
Direndikçe çoğalacağız. Karşı durdukça ‘zenginleşeceğiz’. Çoğaldıkça, ‘zenginleştikçe’ insanın ötekiyle gerginliği azalacak. İnsan, insan kardeşine insanca davranacak.
Ve o zaman, hep birlikte Nazım’ı hatırlayacağız:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim...”