Diyalog, yalın anlamıyla “karşılıklı konuşma” demektir. Mecaz olarak kullanılırsa, “anlaşma, uyum sağlama veya bu yolda çalışma” karşılığına geliyor. Dolayısıyla “dinler arası diyalog” diye bir başlık açtığımızda bir anlaşma, bir uyum arayışından söz edebiliriz. Zira bu arayışı son dönemde sıkça görür oldum. Böylelikle de düşünmeye başladım. Kim, neyi, nerede arıyor?
Her din, inanış insanoğlu için var. Dolayısıyla, özünde bakmamız gereken tablo insanlığın ta kendisi. Taşıdığı kimlik(ler) her ne olursa olsun, yan yana gelince iki insan konuşabiliyor, anlaşabiliyor mu? Hangi noktadan sonra cinsiyet, ırk, dil, renk veya din ayırıcı bir unsur oluyor, diyalog kayboluyor? Böylelikle de bir arayış ve özlem dile geliyor? Aslında bu soruların yanıtlarını tarih, hatta “bugün” dobra dobra veriyor.
Kadın-erkek ayrımcılığı antik Yunan’a kadar uzanıyor. Erkekler, örneğin dünyadaki malvarlığının %99’una sahipken, eşitlik günümüzde hâlâ tartışılıyor.
Amerika’da seçimler yaklaşırken, belki ilk kez siyahi bir aday başkan olacak; ama hassasiyetler fazlasıyla önemi koruyor...
Kanada geçtiğimiz yaz başında Kızılderili halkından özür diledi; ama dünyanın diğer ucunda soykırım kavramı Darfur’da, Ruanda’da güncel olan...
Bir yandan “Yahudi Kültürü Avrupa Günü” olumlu bir şekilde sonuçlanırken, araştırma şirketi PEW’in geçtiğimiz hafta yayımladığı “2008 Küresel Tutum” raporuna göre, Avrupa’da Müslüman ve Yahudi karşıtlığı artıyor...
Diyalog nerede?
Geriye dönüp baktığınızda “beterin beteri” anlayışına sığınıp rahatlayabilirsiniz. Gelecek ve idealleri görmeye çalıştığınızdaysa hayallerinizin kırılma şansı vardır, üzülebilirsiniz. Oysa diyalog hiç de uzaklarda değil, bizimle beraber, içimizde.
İnsan doğasının karmaşık bir yapısı var. Bir yanıyla son derece hırçın olabilirken, kendini frenleyebilecek, toplum düzenini koruyabilecek önlemleri de akıl edebiliyor. Kaldı ki günümüz uygarlığı, bu süreçte gelinebilmiş noktadır.
Laiklik, karanlık bir Ortaçağ Devri ve Fransız İhtilali’nin ardından kazanılabilmiş bir kavramdır. Din ve devlet işlerinin ayrılması birinci, kişiye vicdan özgürlüğünü tanıması ikinci önemli yönüdür. Düşünüyorum da bu kavram daha da genişletilebilir. Eğer laiklikle arzu edilen çağdaş, demokratik, barışçıl bir toplumsa, bu kavram sadece dinle sınırlı kalmamalı... Dinin yanı sıra cinsiyet, ırk, renk gibi unsurlar da devlet işlerinden ayrı gözetilebilmeli.
Toparlarsak, bünyesinde barındırdığı ve kişilere aidiyet veren farklı kimlik unsurlarıyla bir toplum ne kadar barışıksa, diyalog o kadar mümkündür. Farklılık ne ölçüde suiistimal, sömürü ve politika aracı olmaktan çıkarsa, diyalog o denli gelişir. Kaldı ki dinlerin de özüne bakarsak, sevgiyi öğütler, saygıyı öğretir, insanlığı ön plana çıkarır. O halde diyalog nasıl mümkün olmasın?
Diyalog için gündelik yaşama, çevremize bakmak yeterli. Kimileri için belki “uç” kabul edilebilecek bir örnek vereceğim. Dinler arası karma evliliklerin doğurabildiği olumsuz sonuçlar bir yana, yapılan bu evlilikler yine bir diyalogun ürünü değil midir?
Diyalog, evrensel bir kavram. Eğer bir anlaşmazlık istenirse, din bu uğurda sadece bir araç, tıpkı yukarıda örneklerini verdiğim diğer unsurlar gibi... Asıl üzerinde durulması gereken insanın hırçın, yıkıcı, bencil olabilen doğası ve uygarlığa neler katabileceğimiz olmalı... Bunları ele almaya başladığımızda, inanıyorum ki diyalogun bir adım ötesine de geçmiş olacağız...