Yakup ALMELEK
Bir yazarın köşesinde kaleme aldığı, bazı okurları yılların öncesine götürür. Bana da öyle oldu: Hürriyet’te Bekir Coşkun’un “Mürekkep ve kâğıttan ibaretiz” başlıklı güzel yazısını örnek olarak gösterebilirim.
Satırları teker teker hazmederken belleğimdeki bazı izler canlandı:
Gebr. Schmidt GmbH Matbaa Mürekkepleri Fabrikalarının mümessiliyim. Fabrika, konusunda bir Fransız firmasından sonra Avrupa’da o yıllar ikinci. 1980 lerde iki bin çalışanı var.1967 yılında onları Türkiye’de temsil etmeğe başlamıştım. Bu görevi 35 yıl sürdürdüm.
Başta gelen amaçlarından biri Türkiye’de yüksek tirajlı bir gazetenin , örneğin: “Hürriyet”in kendi mürekkepleriyle basılmasıydı..
Hürriyet’te o zamanlar satın alma müdürü Fatih Bey (Ediboğlu) ile görüştüm. “Fabrikayı biliyorum. Kalite ve fiyat uygunsa sizden de alırız” dedi. Bir ay sonra ücretsiz numunelerle Hürriyet gazetesinin baskı tesisindeydik. Yanımda Almanların ihracat müdürü Horst Konig vardı.
Vakit gece yarısını geçmekte. Mürekkepler o dev makinenin haznelerine döküldü ve rotatifler dönmeğe başlarken matbaaya orta boyun üzerinde zayıfça bir kişi girdi. Ustalar dikkat kesildiler. Yanımdaki Hürriyet’in teknik sorumlusuna sordum. “Bu gelen kim?” Hemen yanıtladı. “Haldun Simavi Bey” Haldun Bey yanımızdan geçti, bizleri selamladı ama durup da konuşmadı.
Ben de heyecanlanmıştım. Yanımdakine tekrar sordum “ Haldun Bey teknikten ve baskıdan anlar mı? Aldığım yanıtı hiç unutmayacağım.
“Bir gün Hürriyet çalışanları grev yaparlar ve işi bırakırlarsa Haldun Bey gelir, makineyi çalıştırır ve tek başına gazeteyi çıkartır.”
O gün gazetenin patronuna karşı beslediğim hayranlığı anlatamam.
Sonradan duydum. Haldun Bey baskıyı çok beğenmiş. Almanlar da kafalarına koymuşlardı. Ne olursa olsun Hürriyet’ten bir sipariş alacaklardı. Fiyatı iç ve dış rakiplerinden de fazlasıyla düştüler ve anımsıyorum yüz ton kadar bir sipariş de almıştık.
Sonrası şöyle gelişti. Yerli mürekkep üreticileri Hürriyet Gazetesi gibi iyi ve büyük bir müşteriyi kaybetmeyi göze alamazlardı. Onlar da çok fiyat indiler ve gözbebeklerini geriye kazandılar.
Fatih Ediboğlu en efendi kişilere örnek gösterilebilecek derecede efendi bir kişiydi. Dürüst ve bilgiliydi. Baki Süha Ediboğlu’nun oğlu olduğunu duyduğum vakit Ankara ve sonra da İstanbul’da dinlemekten büyük keyif aldığım bazı radyo programlarını anımsamıştım.
Nezih Demirkent’le de bir anım var. Düsseldorf’da Drupa fuarında binalar arasında servis yapan küçük otobüslerin birinde karşılaştık ve yan yana oturduk. Babacan bir kişiydi. İri eliyle dizime vurarak “Yahu, söyle şu Alamanlar’ına , kaliteyle oynamadan fiyatları düşürsünler ve senden de mürekkep alalım” demişti. Nur içinde yatsın.
Serigrafi, tipo, ofset, flekso ve tiftruk basımevlerinin kokuları benim için tanınmış Fransız parfümlerinden üstündür.