Bugün Cumhuriyet Bayramı’nın 85. yılını kutluyoruz, 10 Kasım’da da ölümünün 70. yılında ‘Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi’nin askeri, fikri ve siyasi önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü anacağız.
Cumhuriyet’in 75. yıldönümü dolayısıyla gazetemizin Atatürk Kitaplığı’nda “Cumhuriyet Döneminde Türk Yahudi Basını ve Türk Yahudilerinin Yayınları Sergisi”ni gerçekleştirmesinden bu yana tam on yıl geçmiş.
İsrail’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin 85. yılı etkinlikleri kapsamında, Tel-Aviv, Kudüs ve Hayfa kentlerinde ‘Türk Filmleri Haftası’ düzenleniyor. İsrail 10. Kanal Televizyonu, 2006 yılında sayısız ödüller kazanan, Özer Kızıltan’ın “Takva” filminden bir bölüm sundu ve bu yapıtın Türkiye’nin feodal kalıntılarından arınamadığına, tarikat, din ilişkilerinin hala varlığını gözler önüne serdiğine dikkati çektikten sonra, bu konuların özgürce tartışılabilir olmasının ülke için önemli bir artı oluşturduğu yorumunu getirdi.
Aynı televizyon programında, gerçekleştirdiği reformlarla Atatürk’ün dünyada bir örneğine daha rastlanmayan bir lider olduğu vurgulandı. 1930 yıllarında İsmet İnönü’nün yanı sıra rejimin ‘üçüncü adamı’ olarak sivrilen Genel Sekreter Recep Peker’in Faşist İtalya ve Almanya’sına yakın bir politika izlemesi üzerine, Türkiye’nin dünya politikasında demokratik ülkelerle birlikte hareket etmesi gerektiğini savunan Atatürk’ün 1936’da önce Recep Peker’i, sonra da İsmet İnönü’yü azlettiğini belirtti.
Recep Peker’e göre millet kavramı ikincil derecede önemliydi, esas olan devlet ve onun hizmetinde olan partiydi. Oysa Mustafa Kemal Atatürk bu faşist çizginin tam tersi bir ilkeyi savunuyor ve “Egemenlik (Hâkimiyet) kayıtsız şartsız milletindir” diyordu.
Aşağıdaki öyküyü rahmetli kayınpederim Moiz Ruso’nun ağzından bizzat dinledim: Yıl 1934; Trakya olayları cereyan ettiği sırada Yahudiler Atatürk’ün Çanakkale’ye ziyaretini fırsat bilerek durumu kendisine duyurmak isterler. Ancak kimsede o cesaret yoktur. Deli Salamon lakaplı ve iki kelime Türkçeyi yan yana getirmekten aciz bir kişi bu görevi yüklenir. Gazi Çanakkale’ye vardığında ortaya çıkıp; “Paşam bir maruzatım var” der. (Nasılsa bu cümleyi ezberleyebilmiştir.) Paşa, “nedir?” diye sorunca Salamon’un, “Millet bizi buradan kovuyor” demesi üzerine, olup bitenlerden hiçbir bilgisi bulunmayan Atatürk, “Oğlum, millet her şeyin üstündedir, isterse beni de kovar” diyerek hem nükteli bir şekilde soruyu cevaplandırmış, hem de demokrasi anlayışını ortaya koymuştur. (Bu anlatının değişik bir şeklini, Rıfat N. Bali’nin 1934 Trakya Olayları kitabında bulabilirsiniz.)
“Cumhuriyet Döneminde Türk Yahudi Basını ve Türk Yahudilerinin Yayınları Sergisi”ni anımsadığımda içim hep cız eder. Çünkü bu sergi Gözlem Yayınları Kitap Editörü Gila Kohen’in olağanüstü çabası sonucunda gerçekleşebilmişti. Gila, bir yandan çok kısa bir süreçte tamamlanması gereken hazırlıklar için çaba gösteriyor, diğer yandan da yakalandığı amansız hastalığa karşı yaşam mücadelesi veriyordu. Zayıf düşmüş ve düzenli olarak kan alması gerekiyordu, serginin açılışında bulunamayacağını en yakın dostlarına ıkına sıkına söylemişti.
Oysa Gila dayanamadı ve doktorunun, “sakına !” uyarısına kulak asmadan hastane çıkışı soluğu açılışta aldı. Yüzü solgundu, bizim içimiz ise kan ağlıyordu.
Bu yıl gazetemiz, iki yılda bir gerçekleştirilen “Gila Kohen Öykü Yarışması”nın 5.’sini düzenleyecek. Zaman acımasızca çabuk geçiyor…
Cumhuriyet’in 75. yıldönümü vesilesi ile düzenlenen sergi cemaatimizin geniş toplum tarafından tanınması yönünde atılmış ilk adımlardan biriydi. Öykü yarışması da katılımcılarının büyük çoğunluğunu geniş toplumun oluşturduğu ve giderek rüştünü iyiden iyiye kanıtlayan bir girişimdir.
Cumhuriyet Bayramı’nı kutladığımız bu günde feragat edemeyeceğimiz tek değerin, en temel ilkenin, “laiklik” olduğunun, altını kalın çizgiler çizerek bir kez daha vurgulayalım.