Çocuk

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
30 Ekim 2008 Perşembe

“Çocuk?” diye soruyorum kendi kendime ve aklıma ilk gelen beş sözcüğü yazıyorum beyaz kağıda kara kalemle : “Fidan”, “naif”, “gelecek” geliyor aklıma. Sonra “çatışma”, “kavga” gibileri de dökülüyor sayfanın üzerine.  Bu sözcükler üzerine düşünüyorum bir ara, ve utanıyorum kendimden. Nasıl oluyor da, “gelecek ile kavga” , “naif ile çatışma” aynı kareye sığıyor ?

Yıllar önce bir bankanın televizyon reklamı vardı. “Su satan çocuk” insanların gönüllerine taht kurmuştu. İşini severek yapanların, çalışkan, yaratıcı olanların başarıya giden yolda çok yükseklere tırmanabilecekleri mesajını veriyor ve geleceğe umut ile bakma temasını işliyordu. “Umut” nasıl da ilk beş sözcüğümün içinde yer almamıştı ?...

Bir zamandır gazete sayfalarında olsun, televizyon ekranlarında olsun çocukların ön saflarda oldukları gösterileri izliyoruz. Körpe bedenlerin, bağıran, çağıran kalabalık ile onları dağıtmaya çalışan güvenlik görevlilerinin arasında tampon bölge oluşturma gibi bir göreve layık görülmeleri ülkemiz adına – ciddi şekilde – sorgulanması gereken bir durum. Bu çocuklar birer sembol olarak mı kullanılıyorlar, yoksa, polis amcaları yaşları küçük diye onlara ses çıkarmaz mantığı ile, büyüklerin “doğru olmayan işlerini” yapan taşeronlar olarak mı ?  Veya terör denen irrasyonelliğin nesnesi mi oluyorlar bilmeden… Zaten nereden bilebilirler ki etraflarında olup bitenlerin ne anlama geldiğini !

Dünyanın bazı bölgelerinde çocuklar üzerinden ticaret yapıldığı, onların daha çok küçük yaşlardan itibaren porno, uyuşturucu, organ mafyalarının elinde kıymet olarak anlam buldukları biliniyor. Biraz daha ötesi, benzer durumların, Afrika gibi köleliğin geleneksel olarak toplum dokusuna işlediği bölgelerde, ya da Ortadoğu gibi ihtirasların mantığın önüne geçtiği coğrafyalarda görülmesi olağan karşılanabilir. Arafat’ın, intifadaların “küçük generalleri” olarak ilan ettiği İsrail askerlerine taş atan çocuklar değil miydi ? Son İsrail – Hizbullah çatışmalarında, özellikle askeri hedefler içinde tutulan sivillerin arasında çocuklar yok muydu ? Ellerde havaya kaldırılan çocukların cansız bedenleri ile kameralara poz verilmesi, bebelerin üzerinden nefret ve öfke pompalama girişimi değil miydi? Benzer resimlere İstanbul sokaklarında da rastlamak mümkündü, hatırlayacaksınız... Bunları kimler, hangi amaçla asmışlardı ? Düşman tarafından öldürülen “fidan” ı reklam yaparak fayda sağlamak, propaganda makinesine malzeme taşımak gibi bir şeydi. Öznesi cansız çocuk olan görüntünün kuvveti, insanların kafalarında şimşek gibi patlar, olayın nedenleri veya gelişme şekli gündeme gelmeden sahaya birkaç sıfır galip çıkılırdı.

Atatürk cumhuriyeti gençlere emanet ederken, Türkiye’nin umut dolu geleceğini öngörüyordu, uzak görüşlü bir lidere yakışacak şekilde. Bu bağlamda, Avrupa Birliğinin eşiğindeki Türkiye’de çocuğun ucuz malzeme haline getirilmesi can sıkıyor. Ancak gazetelerde birkaç köşe yazısı dışında uyandırması gereken tepkiyi de ortaya koymamış sanki toplumumuz. Muhtemelen gündemin diğer maddeleri, çocukların terör illetine yan malzeme yapılmasının önüne geçmiş, ne yazık ki.

Ve son söz, 1959 tarihli BM Çocuk Hakları Bildirgesinden : “Çocuk ırk, din ve başka herhangi bir ayırımcılığı besleyen uygulamalardan korunur. Anlayış, hoşgörü ve halklar arasında dostluk, barış ve evrensel kardeşlik ruhuyla, güç ve yetkilerini insanlığın hizmetine sunması gerektiği bilinciyle yetiştirilir.” (Madde 10)