Bir televizyon programında konuşmacı; “Bugün burada önemli bir konuğumuz mevcut. Kendisi bu yılın En Başarılı İşkadını seçildi. Sayın Luna Levi’yi davet etmek istiyorum,” diye açıklar.
Luna gelir. Önce hayat hikayesini anlatmaya başlar; “Benim hikayem çok tanıdık. Yoksul bir evde manevi varlıkla büyüdüm ben. Evimiz teyzeler, dayılar, halalar, amcalar, kuzenlere dolup taşardı. Gözlerimizin içi gülerdi mutluluktan. Yemeklerimiz basit ama çok lezzetliydi. Birliktelik çok sıcak bir kavramdır. Ben, mutlu bir çocukluk dönemi geçiren şanslı insanlardan biriyim. Biliyor musunuz? Ayda bir mutlaka çocukken yaşadığım o evin önünden geçerim. Biraz duraklar, gözlerimi kapatıp o günleri yadederim. Kahkahalarımız o eski anılarımız birer film şeridi gibi geçer gözümün önünden. İliklerimize kadar sarhoşluk neşreder. Ne gelecekle ilgili kaygılar ne umutsuzluklar kapımızdan girerdi. Tatlı sohbetler, şakalaşmalar, komşuluk ilişkileriyle, yardımlaşma ve dayanışmanın had safhada doludizgin yaşandığı o paha biçilmez yıllar hep belleğimizde yer etmiştir. İnsanlar birbirlerinin acılarını gerçekten paylaşırlardı. Birlikte ağlanır, birlikte gülünürdü. Dostluklarda samimiyet vardı. Yapmacıklıktan öte adeta “Alis’in Harikalar Diyarı” misali toz pembe bir çocukluk diyarında yaşadım ben. Küçükten beri okumayı severdim. Yaşıtlarım evlenip giderken ben üniversiteyi bitirdim. Ardından tahsilime devam ettim. Sonra iş hayatına soyundum. Kendimi bir anda bu hızlı çarkın içinde buldum. Bu arada evlendim ve bir kızım dünyaya geldi. İşimi hiç bırakmadım. Durmadan fikirler ürettim, çok ama çok çalıştım. Aslında herşey yolunda gidiyordu; ancak birşeyler eksikti. İçimde garip tarif edilmez beni rahatsız eden duygular mevcuttu. Önceleri boşverdim; ama bu hissiyatlar beni yavaş yavaş mutsuz, yüzü gülmeyen birine çevirdi. Hayattan haz olmayan birine dönüşüverdim.
Bir gün yoldan yürürken tesadüfen kuzenim Rahel’e rastladım. Onun da yüzü asıktı. Bir kafede oturduk. Rahel anlatmaya başladı; ‘Sorma Luna, babamın işleri bozuldu. Mal verdiği adam parasını ödemedi. O da borçlusuna ödeyemedi. Derken haciz memurları falan perişan olduk. Ne yapacağımızı bilemiyoruz,’ diyerek ağladı. Babası benim amcamdı, Onkli Moiz. Ne çok severdim onu. Ne çok güldürürdü bizi. Ne güleç biriydi. Beni elimden tutar dükkanına götürürdü. İyiliksever muhteşem biriydi. Peki ama benim tüm bu olanlardan neden haberim olmamıştı. Soluğu babamın yanında aldım. Durumu ona sordum. Babam; ‘Kızım senin yüzünü gören mi var? Çok yoğun çalışıyorsun. Sürekli yurt dışına gidiyorsun. Çocuğun da var. Sana anlatsam ne olacaktı ki? Amcanın borçlarını mı ödeyecektin ki? Sadece üzülecektin. O yüzden sana söylemedim’ dedi. O gece yatakta uyuyamıyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Yapabilirdim. Çok şükür Tanrı bana bu gücü vermişti. Ona yardım edebilecek, maddiyata sahiptim. Her zamanki gibi iç sesimi dinleyecektim. Sabah erkenden amcamın kapısın çaldım. Kapıyı Onkli Moiz açtı. Sarıldı, öptü beni. Bana duruma fark ettirmemeye çalıştı. Gülüyordu, ama içinin kan ağladığını fark edebiliyordum. Ona; ‘Hatırlar mısın Onkli Moiz? Bir Pesah’ta ben koltukta uyuyakalmıştım sizin evinizde. Sen benim üstümü örtmüştün ve gece kalkıp korkmayayım diye yerde yatak yapıp orada yatmıştın. Sabah bütün vücudun tutulmuştu. Ne gülmüştük haline değil mi? Beni elimden tutup dükkanına götürürdün. Pesah günü okuldan alıp yolda yanınızda ne kadar paran varsa bana harcardın. Ne çok şımartırdın beni. O günleri hiç unutmadım ben. Anlayacağın beni çok borçlandırdın. Bgün buraya borcumun bir bölümünü ödemeye geldim’ diye belirtip onu yüklü bir çek verdim. Kapıdan dışarı çıktım. İçerdeki sevinç çığlıkları sokağın başına kadar geliyordu. Kuzenlerim, amcamın karısı mutluluktan deliye dönmüşlerdi. O an ellerimi havaya kaldırdım; ‘Yüce Tanrım, bugün bana bu mutluluğu bahşettiğin için sonsuz teşekkürler. Ben, Avraam’ın küçük kızı Luna, aileme yardım edebilecek güce sahibim. Ne mutlu bana. Çaresizlikle kıvranan bir yakınıma destek olabilme şerefine ulaştım. Teşekkürler Allah’ım çok büyüksün’ dedim.
Ardından tüm yakınlarımın sorunlarıyla tek tek ilgilendim. Aile büyüklerim yavaş yavaş yaşlandılar. Hepsinin sağlık problemlerinde hem madden hem de manen yanlarındaydım. Hep Tanrı’ma şükredip hep verdikçe fazlasına alarak ne mi aldım: mutluluğumu. Sonunda onun da formülünü buldum. Paylaşım, yardımlaşma, dayanışma. Kısacası maneviyatla dolu bir yaşam tarzı. Önce tüm yapmacık arkadaş ilişkilerime son noktayı koydum. Onlarla mesafeli durup, kuzenlerimle, samimiyetlerini hissettiğim dostlarımla dolu bir dünya kurdum kendime. Aile büyüklerimle bol bol vakit geçirdim geç olmadan. Onları sevdim, kucakladım, sevgimi verdim ve karşısında onların sevgisiyle şımardım. Anlayacağınız bu hayat tarzını seçerek, Allah’ın bana armağan ettiği bu gücü sevdiklerime kullandım. Bu mutluluk bana iç huzur sağladı. Bu da beni başarıdan başarıya götürdü. Şimdi buradaysam bunu yakınlarımla kurduğum sıkı dostluklara ve onların bana kattıklarına borçluyum.
Bir gün bir dostum sana demişti ki; “Biliyor musun Luna, bir kitapta okudum, mutluluğun formülünü bulmuşlar. Dur sana da söyleyeyim: 1) Sağlık, 2) Hayatını devam ettirebilecek kadar para, 3) Seni sevenlerin olduğu bir ortam, 4) Seni sevmeyen ve sana negatif elektrik veren insanların bulunduğu bir yerden uzak olmak,” demişti.
Evet arkadaşım çok haklıymış. Ben de aynen onun dediğini yaptım. Beni üzen, bakışlarından rahatsızlık duyduğum sahte gülücüklerin ardında maske takip rol oynayan inanlarla arama bir perde çektim. Hayat sahnemden esas oyuncularla benim mutluluğumu isteyen benimle gülüp benimle ağlayan insanlar oldu. İşte benim hikayem bu,” diye belirtti. Konuşmacı: “Geçen ay büyük bir kaza geçirmişsiniz. Arabanız mahvolmuş, ama sizin burnunuz bile kanamamış. Sizce verdiğiniz bu sadakaların bir etkisi olmuş mudur?” deyince Luna gülümser gözleri aynen küçük bir kız çocuğu gibi parlarken ve içindeki doğru yolda yürüdüğünü bilmenin hazzını tüm bedeninde hissederken...
Not: Maneviyatla dolu bir hayat inanın bana gözleri yeniden ışıl ışıl parlatıyor. Bu dört formülü hayatına kanalize edenlerden biriyim ben. Artık ailemle, aile büyüklerimize daha çok vakit geçiriyorum. Onlara daha sık “Sizi seviyorum” diyorum. Dayanışma içinde huzurlu bir hayattan daha güzel ne olabilir ki? Hepinize bol manevi zenginliklerle çevrili paha biçilmez günler diliyorum...