David Ojalvo
Ortadoğu’da ateşkes sağlanalı yaklaşık bir ay oldu; fakat savaşın etkileri sürmeye devam ediyor. Yazımda, bu sürecin bana yansıyan boyutuna değinmek istiyorum. Çeşitli gazetelerde yer alan haberler, olumlu ve olumsuz köşe yazıları, antisemitizme varan pankartlar, yüzlerce e-posta gözümün önünde.
Savaşa dair duyduğum(uz) tepkiyi, sadece sivillerin değil, her kesimden “insan”ın ölümünün yarattığı üzüntüyü ifade etmeye çalıştım, çalıştık. Kimileri açıklama yapmama geren kalmadan duygularımı anlayabilirken, kimisi için sadece “Yahudi” olmamız bu süreçte “suçlu” sayılmamız için yeterli bir nedendi. Yine de bir noktada içgörü geliştirmeye çalışıyorum. “Yahudi” görünmeyen bir canavar mı, yoksa bir dini temsil eden bu kelimeyi kullanırken kimi insanlar ne dediklerinin farkında değil mi?
Bana en çok yöneltilen iki soruyu ele almak istiyorum.
İlki, “İsrail’in tutumu hakkında ne düşünüyorsun?”
Az önce de belirttiğim gibi, sadece sivillerin değil, “insan”ın tıbbi sebepler dışında öldüğü, öldürüldüğü her neden için hassasiyet göstermemiz gerekir. İsrail’in de, tıpkı diğer ülkeler gibi, kendini savunma hakkı vardır; ama bu savunma, böylesine yıkıcı sonuçlar doğurmamalıydı. En yakın dostlarımla tartışırken bile İsrail’i özel olarak savunmadığımı belirttim. Yine de Yahudi olduğum için ve İsrail de bir Yahudi devleti olduğu için, “tarafsız” olamayacağıma kanaat getirenler çoğunlukta. Oysa ölüm söz konusu olduğunda taraf olmaktan bahsedilebilir mi? Evet, edilebilir. O da “yaşam”ın ta kendisidir. Bu yüzdendir ki ateşkes haberini bir sevinçle karşıladık, bu yüzdendir ki dualarımız hep barışa çıkar.
İkinci soru, “Türkiye’de İsrail’e karşı ciddi bir tepki var ve yer yer Yahudi karşıtlığına dönüşüyor. Bir olumsuzluk yaşandı mı?”
Bireysel olarak birkaç tartışma hariç, Yahudi kimliğimden ötürü ülkem Türkiye’de ciddi bir şekilde mağdur edildiğim söylenemez. Cemaatim adına yazmayı haddime görmüyorum; ama toplumsal bazda, bilhassa son dönemde “antisemitizm”e varan söylemler karşısında etkileniyorum. Dinim, politikaya alet edilmesinden, Ortadoğu’da yaşanan olumsuzluklarla dinimin bağdaşlaştırılmasından rahatsız duyuyorum. Bir dostum, “Senin kendini savunmak zorunda bırakılman çok üzücü” demişti bana. Yahudilik’in pek tanınmıyor olması, adımı öğrenen birinin “yabancı mısın” diye sormasını pek yadırgamıyorum. Hatta farklı bir inanışı tanıtabildiğim zamanlarda kendimi yararlı hissediyorum. Örneğin bir Hamursuz Bayramı’nı, bir Kutsal Cuma Gecesi olan Şabat’ı anlattığımda, ilgiyle dinleniyorum. Şimdilerdeyse daha çok bir Türk Yahudi’si ile İsrail’in farkını ifade etmeye çalışıyorum.
Bu süreç, bana yöneltilen sorular, bazı konuları yeniden düşünmemi sağladı. Tereddüt etmeden, dürüst, net yanıtlar verebilmek önemli. Bunun içinse öncelikle can güvenliğinizin tehdit altında olmadığını, karşınızdakinin entellektüel bir tartışmayı yürütebileceğini bilmek önemli. En iyi niyetinizle kaleme aldığınız düşüncelere, televizyonda sarf ettiğiniz sözler karşısında hedef de gösterebilirsiniz. Kaldı ki aklınızdakileri dile getirmek, özünde bir “kahramanlık” gerektirmemeli. Korkunun bir faydası olmadığı gibi, psikolojik travmalara da bir şekilde göğüs germek gerekiyor.
Son değinmek istediğim konu ise medya. Elbette ben de gelişmeleri medyadan takip ettim. Sadece Ortadoğu Sorunu için değil, birçok alanda medyada bir “bilgi kirliliği”nin var olduğuna inanıyordum. Bu düşüncem değişmeye başladı. Artık bir “bilgi terörü” var. Objektif ve yansız habercilikten çok, “ne satar” kaygısı ön planda. Toplum, “neyi okumak istediğini” ortaya koyuyor mu bilemiyorum; ama medyanın yönlendirici gücü benim için açık.
Sonuç nedir? Karamsarlıkta kalmak için gencim ve toplumsal ideallerin neden kaybolduğunu görebiliyorum. Bunun yerini alan, Ayn Rand’ın dile getirdiği “erdemli bir bencillik” de değil. Daha çok bir entellektüel depresyon ve paranoya çağı.