Ortadoğu’daki barış sürecini yeniden ayaklandırmak, özellikle son Gazze çatışmalarının ertesinde önem kazanmış durumda. Amerika’da yayınlanan “Foreign Affairs” dergisinin son sayısındaki çalışmasında Walter Russel Mead şöyle bir yaklaşım getiriyor : “Barış görüşmeleri Başkan Obama ve yönetimi için hem çok gerekli hem de çok zor…"
Ortadoğu’daki barış sürecini yeniden ayaklandırmak, özellikle son Gazze çatışmalarının ertesinde önem kazanmış durumda. Amerika’da yayınlanan “Foreign Affairs” dergisinin son sayısındaki çalışmasında Walter Russel Mead şöyle bir yaklaşım getiriyor : “Barış görüşmeleri Başkan Obama ve yönetimi için hem çok gerekli hem de çok zor… Gerekli çünkü İsrailliler ve Filistinliler için böylesi kaygan bir zeminde, stratejik olarak zor bir bölgede yaşanan itiş kakışın buradaki Amerikan çıkarlarına hizmet etmeyeceği kesin… Zor çünkü barışın önünde her açıdan uzun ve maliyeti çok yüksek bir süreç uzanıyor…”
Geriye bakıldığında Amerika’nın önceki Başkan George W. Bush yönetimindeki koca sekiz yılı çok doğru kullanamadığı sonucuna varmak olası. Irak’taki savaş sonrası durumun kimseyi tatmin etmiyor olması, İran’ın buradaki siyasi gücünün artmasına karşın Washington’un popülaritesinin azalması Obama’yı bekleyen önemli sorunlar ve belli ki bunların kısa vadede yerli yerine oturması mümkün değil. Amerika’nın barışın bir aktörü – veya belki de garantörü demek daha doğru – olarak konumu o kadar yara almış durumda ki, bu hem İsrail’deki hem de Filistin’deki ılımlıların elini güçsüzleştirmiş gibi…
Dolayısı ile, İsrail’deki son seçimlerde sağ görüşlü partilerin güçlü çıkmalarına şaşmamak gerek. Bu durum, “Bush yönetimi tarafından şımartılmış”, uzlaşmaz İsrail’in yüzünü mü gösteriyor, yoksa “tepesine aylardır roket inen bir halkın” tepkisini mi? Bunu yargılamak bu satırların yazarı için çok iddialı olur.
Her şartta, Ortadoğu barış süreci konusu hem çiçeği burnunda Başkan Obama’nın hem de seçimler ertesinde İsrail Başbakanı olacak her kimse onun gündemine girecek. İran’ın uzantıları Hizbullah ve Hamas vasıtası ile bu topraklara komşu olsun olmasın neredeyse tüm Arap ülkelerini tedirgin etmesi ve bu durumun yavaş yavaş sürdürülebilir olmaktan çıkması, Washington’un daha etkin devreye girmesini gerektirecek şüphesiz. Zaten İran ile belli belirsiz bir dirsek temasının başladığını basından izlemek mümkün. Elbette ki bazı otoritelere göre “otokratik devletler” arasında yerini bulan popülist İran ile demokratik yaklaşımların simgesi Amerika’nın bu dansı ne sonuç verecek beklemek ve görmek gerek.
ABD bölgedeki barışın sağlanması anlamında çaba göstermesi gereken tek ülke değil. Avrupa Birliği, Rusya ve hatta bölgede doğrudan veya dolaylı çıkarları bulunan uzaktaki OPEC üyeleri, Çin, Hindistan ve Japonya dahil tüm ülkelerin katkıları çok önemli.
Bu aşamada Türkiye’nin bu süreçteki yerini ve rolünü de tespit etmekte fayda var. Gazze savaşı esnasında ve sonrasında yaşananlar Türk – İsrail ilişkilerini uzun zamandır en sıkıntılı seviyesine indirgemiş durumda. Bu durumun ivedi bir şekilde sona ermesi ve taraflar arasında – tabiri yerindeyse – güven arttırıcı bazı adımların atılması şart. Türkiye, İsrail nezdinde kaybettiği tarafsızlığını yeniden kazanmalı, İsrail ise bu süreçte Türkiye ile olan ilişkilerini gerecek ve kimseye fayda sağlamayacak olaylardan / söylemlerden özellikle uzak kalmalı, buna özen göstermeli…
Arap Birliği’nin İsrail – Filistin anlaşmazlığına bölge ülkelerinin dışındakilerin karışmaması gerektiği şeklindeki açıklamasına rağmen, Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes görüşmelerinde arabulucu olan Mısır’ın bu coğrafyanın ülkesi olarak olayda taraf olma noktasına gelmesi, yansız bir Türkiye’ye burada çok önemli roller biçiyor.
Barış sürecine tabi olan söz konusu sorun tarihsel perspektifi içinde “yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı” şeklinde karikatürize edilebilecek bir aşamada. Olayların gelişimi kitapları dolduracak kadar geniş, ancak bu gelinen noktada kimin ne kadar haklı olduğunu tartışmak zaman kaybetmekten ve problemin özünü ıskalamaktan öte bir kıymet taşımıyor. Oysa yapılması gereken, Filistinlilere refah içinde bir yaşam, ekonomik kalkınmışlık, demokratik bir gelecek sunabilmek… İsrail’e ise, varlığının hiçbir şekilde sorgulanmayacağı, güvenli sınırlar içinde yaşayacağı yarınları garanti edebilmek.