“Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır”

Televizyonda izlediğim bir program beni yıllar öncesine taşıdı. Belki de Marcel Proust’un romanında olduğu gibi sıradan bir olay hafızamı tetikledi ve yaşantımın belli bir kesitini bana anımsattı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
11 Mart 2009 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta Okan Bayülgen’in “Sade Vatandaş” programının konuklarından biri Şakir Eczacıbaşı’ydı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Yönetim Kurulu başkanlığını yapan Şakir Eczacıbaşı; “Kahve, sokak ve binaların tarihi, bir kentin tarihidir, onu koruyamayan bir zihniyet bir kentin kültürel yapısını da koruyamaz” diyordu.

Evde kitaplarımı düzenlerken Salah Birsel’in “Ah Beyoğlu vah Beyoğlu” kitabının 1976 baskısına rastladım, sanıyorum 2002’de yeniden yayınlandı. Sararmış sayfalarında neler yoktu ki; Lebon, Markiz Pastanesi, Tepebaşı, Cennet Bahçesi…

Eski kuşakların züppe beyleri bahçelere ‘Jardin’ derlerdi; “Jardenlerde gezerim/ Muzikayı dinlerim/Eteğimi şık tutarak/Ben promenad ederim”.

Ben Ayazpaşa’da Park Otel ucubesinin yer aldığı beton yığınından sağa doğru birkaç ‘Z’ harfi çizerek yürürseniz ulaşabileceğiniz (hala yerinde durur mu bilmiyorum) set set uzanan Cennet Bahçesi’nde soğuk kremalı kahve içebildim. Ama kaçımız Şişhane’nin yanı başındaki Tepebaşı Bahçesi’ni anımsar bilemiyorum.

1929 doğumlu olan Şakir Eczacıbaşı’yı on yıl başkanlığını yaptığı Sinematek döneminden tanırım. The Marmara Otel’in pastanesinde bir bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Onat Kutlar’ın genel müdürü olduğu o Sinematek ünlü yönetmenlerden Erdem Kral, senaryo yazarı Ahmet Soner, kariyerini sinema alanında yapan Prof. Dr.Mutlu Parkan gibi pek çok değerli sanatçının ortaya çıkmasına yol açtı ama her olumlu girişim gibi ne yazık ki varlığını sürdüremedi.

O dönemde birkaç arkadaş ile Yeşilçam Sineması’na karşı bağımsız bir genç sinemadan yana amatör bir dergi çıkarıyorduk ve başı çekenlerden biri de ben ve yakın tarihte Yunanistan’da vefat eden sevgili dostum Yorgo Bozis idi. Bir gün Sıraselviler Caddesi’ndeki sinema salonunun önünde  ‘aydın’ diyebileceğim ‘entel’ takımından biri yanımıza yanaştı ve “Türk sinemasını kurtarmak sizin gibi gayrimüslimlere mi kaldı?” diyerek sitemde bulundu. 

Yorgo tümden, ben ise bir süreliğine ülkemizden ayrıldık. Belki abartılı ama tüm inançlarımız yıkılmıştı. Değil sinema alanında uğraş vermek uzun bir süre sinemaya bile gitmedim.

Yaşantımızda her birimizin başından böylesi kendini bilmezlerin neden olduğu can sıkıcı anlar geçmiştir.

* * *

Hayatımızda pek çoğumuzun belki mutlu, belki üzücü ama belli bir kültürün, belli bir yaşam tarzının kanıtı olan pek çok hatıraları vardır.

İç Haberler Editörümüz Ester Yannier “Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır” türünde bir yazı dizisi başlatmayı tasarlıyor.

 Kaçımız eski İstiklal Caddesini, Lebon Pastanesi’ni, Kuledibi’ni, Tarlabaşı’nı hatırlar ki… Ama bazılarımızın çocukluğunun geçtiği Adalar, Caddebostan, Golf, Konak Sineması gibi 40-50 yıl eskilerde kalan mekânlar da artık belli bir yaşam tarzını yansıtan bir kültürün tanıklarıdır.

Sanıyorum birçoğumuzun geçmişe ilişkin anlatacak ilginç bir öyküsü vardır.

* * *

Bu hafta Purim Bayramı’nı kutluyoruz. Purim’in kahramanlarından ‘Ester’ isminin sessiz harfleri ‘sameh’, ‘tav’, ‘reş’dir (s-t-r). Aynı kökten gelen ‘seter’ kelimesi gizli anlamını taşır ve Ester, ‘sır tutan, kapalı’ bir kişiliği ifade eder.

Ester dayısı Mordehay’ın sözünden çıkmayarak, onu dinler ve Yahudi olduğu sırrını yıllarca içinde saklar. Böylece Pers kralının sarayına kraliçe olarak girmeyi başarır. Bunu bilinçli bir biçimde yapan Mordehay, zamanı geldiğinde bu sırrı açığa vurma emrini Ester’e verir. Kral’ın güven ve sevgisini kazanan Ester de Yahudi halkını yok edilmekten kurtarır.

Görüldüğü gibi ketumiyet ve sabır gibi erdemlere sahip Ester, kimliğinden hiçbir zaman kopmamış ve bu sayede kralın başdanışmanı antisemit Aman’ın Yahudi kıyımını engellemiştir.

HAG SAMEAH.