Jean Paul Sartre’ın, Varoluşçuluk ve Hümanizm adlı kitabında şöyle bir konuşma geçer:
“Mary, Mungo ve Midge. Büyük bir suç işlemiş olmakla yargılanıyorsunuz. Kendinizi savunmak için ne diyeceksiniz?”
“Evet, yaptım” dedi Mary, “Ama benim kabahatim değildi. Bir uzmana danıştım, o böyle davranmam gerektiğini söyledi. Yani beni değil, onu suçlayın!”
“Ben de yaptım” dedi Mungo. “Ama benim de kabahatim değildi. Terapistime danıştım, onun söyledikleriyle böyle davrandım. Yani beni değil, onu suçlayın!”
“Yaptığımı reddetmiyorum” dedi Midge. “Ama benim kabahatim değildi. Bir astrologa danıştım. Neptün Koç burcunda olduğundan yapmam gerekenin bu olduğunu söyledi. Yani beni değil, onu suçlayın!”
Yargıç bir iç çekti ve kararını açıkladı: “Bu daha önce benzeri görülmemiş bir dava olduğundan durumu deneyimli meslektaşlarımla konuşmam gerekti. Üzülerek söylemem gerekir ki, gerekçeleriniz onları inandıramadı. Bu nedenle hepinizi en ağır cezaya çarptırıyorum. Ama unutmayın ki, meslektaşlarıma danıştım ve bu cezayı vermem gerektiğini onlar söylediler. Yani beni değil, onları suçlayın!”
Yukarıdaki söyleşi, bana Adem’in cennet bahçesinden kovulmasına neden olan, Tanrı ile olan konuşmasını anımsattı. Tanrı, “iyiyi ve kötüyü bilme ağacının meyvesi”nden yemesini yasakladığında, Adem, işlediği suç için hemen Havva’yı suçlamıştı. Havva da hiç altta kalır mı? O da kabahatin yılanda olduğunu söyleyerek kendini savunmaya çalışmış.
Şu kadar bin yıllık insanlık tarihi içinde, bu anlatımlar birer alegori de olsa, ilk insanlardan bu yana kimi davranışların hiç değişmediğini görebiliyoruz. Her çağ ve toplumda insan; duyguları, coşkuları, tutkuları, olumlu ve olumsuz yanlarıyla yine aynı insan!
Her birimiz ister yasalara karşı gelmiş, isterse yerleşik erdem kurallarını çiğnemiş olalım, kendimizce haklı gerekçeler üretmekten hiç geri kalmıyoruz. Uygun olmayan davranışlarımız için ya başkalarını suçluyor, ya bilgisizliğimize sığınıyor ya da cin, şeytan gibi doğaüstü güçlerin bizi yönlendirdiğini öne sürüyoruz. Eğitimimiz, bilgimiz, aklımız sanki bir an için devre dışı kalıyor, bir başkasının etkisinde kalarak yasaların ya da geleneklerin karşı çıktığı suçları işliyoruz.
Sosyal ve ticari ilişkilerde olduğu kadar, özellikle politikada, bütün ters giden işler için, bir başkasını suçlamak nedense olağan görülebiliyor. Öyle ki, kimi zaman “çamur at izi kalsın” düşüncesiyle karşımızdakileri lekelemekten geri kalmıyoruz. Böylece kendimizi akladığımızı sanarak, bir sorumluluk üstlenmekten, erdemlerimizle örnek olmaktan kaçınıyoruz. Nereye kadar bu olumsuzluklarımızı örtebilir, bunları nasıl gizli tutabiliriz?.. Kuşku yok ki zaman içinde bir bilenin, bir görenin ortaya çıkıp gerçeği söylemesine, bizi suçlamasına kadar!
Hatalarımızı bilme erdemi kadar, suçlarımızı da üstlenme yürekliliğini gösterdikçe, insan olma yolundaki hedefimize daha çabuk ulaşmış olacağız.