Kolera Günlerinde Aşk’ı okuyorum. Daha en başlarındayım. Evliliklerinin otuzuncu yılı civarı Dr. Urbino ve eşinin uzunca süren bir inatlaşması var, nedeni çok basit (banyoda sabun yoktu/vardı, bir haftadır sabunsuz yıkanıyorum, tarzı bir inatlaşma), dört ay sürüyor bu inatlaşma. Taraflar birbirini evin içinde görmezlikten geliyor. Akşam yatma saatinde usulca ayrı odalara geçiliyor, ancak ev halkına ve özellikle çocuklara bir şey hissettirilmiyor. Derken bir gece yine özenle birbirlerini görmezden gelerek banyo ritüelleri sırayla uygulanıyor. Doktor Urbino yatağına uzanmış kitabını okurken uyuyakalıyor. Karısı onu ‘hadi yatma vakti, git’ gibilerden dürtüyor. Cevap beni derinden etkiliyor…’Burada kalayım. Banyoda sabun vardı…’ Kavgaların ve kabullenmelerin bu kadar asil olduğu bir birliktelik hiç bitmez bana kalırsa. Ben tarzı olan ilişkileri seviyorum, hiç yıpranmıyor.
Günümüz ilişkilerinde hep konuşma var. Sanki ilişki masaya yatırılmalı, tazelenmeli, sözlerle bir şekil almalı. Boş gurur ve can sıkıntısının sebep olduğu gereksiz aşk tazelemeleri ‘yapılmalı’ bolca.
Sözcükler yerine bir kıvrılmayı tercih edenler çocukların önünde ilişkileri yerlere indirmeyenler, yıllar ilerleyip de kelimeler azalınca vücutlar da kendini salıvermeye başlayınca, hala körpe bir ışık bulabilirler ilişkide. C. Bukowski’nin bir şiiri geldi aklıma, ‘Sıradan bir işin stille yapılmasını tehlikeli bir işin stilsiz yapılmasına tercih ederim. Tehlikeli bir işin stille yapılmasına da sanat derim…’ diyordu.
Hayattaki en tehlikeli iş ilişki; zira riskleri çok büyük, mal olduğu üzüntüler de yıkıcı. Onu sanat kıvamında yapabilmek; işte galiba bunu yaşatmakla başlamalıyız yeni modern nesilleri yaratmaya. Armut dibine düşer diye bir laf var, ne yazık ki doğru. Ailesinde birbirini tüketen insanlar görmek, bu döngüden kurtulmak isteyen çocuğu bile ilerde aynı tür döngülere hazırlıyor aslında.
Geçtiğimiz hafta Güldünya Konseri’ndeydim. Bildiğiniz gibi Güldünya, toplumsal cinsiyet kökenli bir cinayete kurban giden genç bir kız adına başlatılan kampanyanın adı. Şebnem Ferah ‘masum değiliz hiç birimiz’ diye çığlıklar atarken ister istemez aile içi şiddeti sorguladım içimden. Gerçekten de Türkiye’de keyfe keder bir şiddet uygulaması var, gerek çocuğa, gerek eşe. (Her ne kadar dile gelmese de sözle taciz de bir tür şiddet uygulaması bence.) Her türlüsüne örnekler vererek, yardım eli çağrısında bulundular. İyi de o kadın veya çocuk ailesinden uzaklaşıp bir fanusta yaşamaya başlayınca daha mı mutlu olacak? Köklü çözümler için adımlar atılmadığı sürece, kadın ya ayakları sürüye sürüye, ya da yarı memnun, mutlaka düzenine geri dönecektir.
Pek çok güzel sesli kadın o gece oradan seslendiler, hiç kafayı yormadığım bir konuda beni duyarlı hale getirdiler.
Sevgiyle kalın ve “bir şeyi aklınızdan geçirmeden gün geçmiyorsa, asla ondan vazgeçmeyin.”