İsveç’te, Davis Kupası sırasında gerçekleştirilen antisemit gösteriler, dünya karmaşasından uzak bu ülkede de Yahudilerin artık kendilerini güvende hissetmedikleri gerçeğini gözler önüne serdi.
İskandinav ülkelerini sosyal demokrasinin en başarılı şekilde uygulandığı, refah seviyesi ve ekonomik düzeyin dünyada en yüksek olduğu bir coğrafya olarak tanımışızdır.
Ancak, sorunsuz yaşamın ve aşırı bireyselliğin getirdiği yalnızlık nedeniyle bu ülkelerde intihar oranlarının son derece fazla olduğu da bilinmektedir.
Ne var ki haritada bakması bile sakinlik, dinginlik, dünya karmaşasından uzaklık hissini veren bu ülkeler de küresel antisemitizmin etkisinden kendilerini kurtaramadılar. Yapılan kamuoyu yoklamalarında Yahudilere karşı olduklarını açıkça söyleyenlerin oranı yüzde 45. Bu bağlamda geçen hafta gazetemizin Perspektif Sayfası’nda bir söyleşisi yayımlanan ve bu hafta da devamını okuyacağınız Indiana Üniversitesi’nden Prof. Alvin Rosenfeld ile gerçekleştirilen “Antisemitizm küresel bir boyut kazandı” başlıklı söyleşiye dikkati çekmek istiyorum.
Tüm İskandinav ülkelerinde yaşayan Yahudilerin sayısı 25 bin, Türkiye’deki sayının biraz fazlası. İsveç’in üçüncü önemli kenti Malmö’nün nüfusu 280 bin ve bu pastoral görünümlü, her tarafı yemyeşil şehirde sadece 1.500 Yahudi yaşıyor. Filistin ve Arap kökenlilerin sayısı ise 80 bin, diğer bir deyişle kent nüfusunun üçte biri.
Geçtiğimiz hafta gazetemizin spor sayfasında, Davis Kupası’nda, İsrail-İsveç maçı öncesinde başlayan sokak çatışmaları nedeniyle maça seyirci alınmadığı haberini vermiştik. İsrail İsveç’i yenmeyi başardı. Ancak ben özellikle olayın siyasal boyutu üstünde durmak istiyorum.
Maç öncesinde, İsrail’in Gazze saldırısında katliam yaptığı savıyla turnuvanın iptal edilmesini isteyen sol örgütler protesto gösterileri için uzun süredir hazırlanıyordu. Maçın oynanacağı stada giden yolun kenarına kullanılmaya hazır parke taşları istiflendi. Gösterilerde Hitler’i öven, Yahudilerin gaz odalarına gönderilmesini savunan pankartlar taşındı.
Davis Kupası’nın yarattığı sürprizlerden biri de daha önce adları Milliyetçi Sosyalist Cephe olan, şimdi ise değişik kentlerde farklı isimler altında örgütlenen aşırı sağcı, ırkçı örgütlerin sol görüşlülerin düzenlediği “Maçı Durdur” hareketinin protesto gösterisine katılmak istemeleriydi.
Aslında Müslümanlara karşı olan ve İsveç’te Müslümanları istemeyen bu örgütlerin İsrail söz konusu olunca, solcular ve Müslümanların safında yer almaya hazır olmaları da dikkat çekiciydi.
Tabi ki Davis Kupası sırasında yaşananlar, bu ülkede bir süredir yükselişte olan antisemitizmin sadece basına yansıyan bir uç noktası. Yoksa Yahudi varlığının giderek eridiği, parlamenter demokrasinin en gelişmiş örneklerinden biri olan bu ülkede, artık sinagoglardan dua sonrası “kipa”sı ile çıkan bir Yahudi’yi bekleyen tehlikelerden en hafifi sözlü tacize, daha aşırısı ise fiziki saldırıya uğraması ve hatta linç tehlikesi geçirmesidir.
Kentte artık Yahudi Mezarlığı yok; karışık evlilikler nedeniyle bir Yahudi mezarının yanında Hıristiyan eşinin mezarına rastlamak çok doğal…
Malmö’de, “Habad”ın yanı sıra “Agence Juif” de etkin; bu kuruluşlardan ilki “Yahudi” kimliğinin varlığının sürdürülmesine yardımcı olurken, diğeri Yahudilerin can güvenliğinin korunmasına ve göçlerinin desteklenmesine daha fazla önem veriyor.
İsrail’de yaşayan İsveçli bir Yahudi Yaakov Gurman yaşlı olan ailesinin ülkesini terk etmeyi göze alamadığını, dişçi olan babasının 1964 yılında Polonya’dan göç ettiğini ve İsveç’de mevcut antisemitizmin Polonya’da yaşanan pogromlardan aşağı kalmadığını aktarıyor.
Gençlere sorulduğunda kafaları karışık; bir kısmı İngiltere’de yüksek öğrenimini sürdürmek için iyi imkânlar buldukları takdirde tercihlerinin bu yönde olacağını belirtirken, bir kısmı ABD’yi, bazıları ise İsrail’i yeğliyor.
Ingmar Bergman’ın ülkesinden filmin son karesini şöyle yansıtalım: Küresel antisemitizm karşısında Yahudi, bavulu elinde yine kendine sığınacak emin bir liman arıyor.