Holokostu red etmek, ortaya çıkartılan tüm belgelere, tanıklıklara rağmen, Nazi ideolojisinin Avrupa Yahudilerine reva gördüğü son çözümü basitleştirmek, olayları zengin komplo teorileri ile besleyerek, insanlık dışı vahşeti yeniden tanımlamaya çalışmak…
Holokostu red etmek, ortaya çıkartılan tüm belgelere, tanıklıklara rağmen, Nazi ideolojisinin Avrupa Yahudilerine reva gördüğü son çözümü basitleştirmek, olayları zengin komplo teorileri ile besleyerek, insanlık dışı vahşeti yeniden tanımlamaya çalışmak…
Holokost’un, Yahudi liderleri ile Hitler ve arkadaşlarının salt İsrail Devletinin kuruluşunu sağlamak adına kurgulanan bir olaylar zinciri olduğunu iddia etmek… Daha da öte, soykırımım bir fantezi olduğunu, sahnelenen oyunun Arapları yerlerinden yurtlarından etmek için planlandığını söylemek…
Kudüs Müftüsü ve zamanın Arap toplumu temsilcisi Hacı Emin El-Hüseyni’nin Hitler’e verdiği desteği, Kuzey Afrika’da Almanlarla İngilizler arasında yaşanan amansız çekişmede Arapların Almanların yanında yer almasını, bunu yaparken özellikle de Filistin’de bir yanda İngilizler, öte yanda Yahudiler aleyhine istihbarat çalışmaları yapmalarını es geçmek olur mu peki? Herhalde El Hüseyni’nin Hitler siyasetini ve bu kapsamda Yahudilere karşı olan Nazi hislerini desteklemesi, Ortadoğu’daki Arap çıkarlarına ters düşmüyor olsa gerekti.
Çeşitli Avrupa ülkelerinde yapılan araştırmalar, Yahudi olmayanların, Holokostun Yahudiler tarafından çokça dile getirilmesinden fazlaca rahatsızlık duyduklarını gösteriyor. Bu durum günümüzde, geniş toplum kitleleri nezdinde Yahudi imajını gittikçe örseliyor, antisemit söylemi azdırıyor. Buna bir de İsrail’in Araplara karşı giriştiği, kendisine göre yaşamsal askeri harekatlar da eklenince, Yahudi karşıtı söylemler daha bir keskinleşiyor, Yahudi karşıtı kesimlerin işleri daha bir kolaylaşıyor gibi duruyor.
İsrail - Arap çatışmalarında yaşanan olumsuzluklar elbette ki kamu vicdanını zedeleyecek nitelikte… Kim savaşın güzelliğinden, naifliğinden söz edebilir ki ? Ancak, toplumları savaş mertebesinde karşı karşıya getiren, şüphesiz karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik gibi insana dair durumlardır.
Ortadoğu, özellikle son bir yüzyıldır birçok çalışmaya özne olmuş, tanımsal olarak sıkıntılı bir coğrafya. Oysa üç din için kutsal Kudüs’ün konumu ile zenginleşmiş bölgenin bir barış denizi olması, burada yaşamı paylaşanların tüm dünya halklarının imrenecekleri bir hayatları olması gerekirdi diye düşünüyor insan…
Geçtiğimiz hafta içinde bazı İsrail gazetelerinde yayınlanan bir haber, bu anlamda, tüm yaşanmışlara rağmen insanın yüreğine su serpen nitelikteydi. Cenin mülteci kampında kurulan ve yaşları 11 ile 18 arasında değişen 13 genç müzisyenin oluşturduğu “The Strings of Peace - Barışın Telleri” grubu Holokost’tan kurtulanların önünde bir performans sergilemişti. Kurtulanlar kendilerine barış şarkıları söyleyen grubun bir Filistin kampından geldiğini bilmiyordu… Performans sahipleri ise Holokost’tan haberdar değillerdi. Tarihin çok da uzak olmayan bir döneminde birilerinin Avrupa Yahudiliğini bitirmek için yola çıktığını hiç duymamışlardı. Elbette ki böylesi bir buluşma ne İsrail’li Holokost kurtulanlarını yaşadıklarından arındıracaktı, ne de Arap gençlere Holokostu anlatacaktı. Ancak bir farklılık, bir kaynaşma vesilesi olmuştu şüphesiz. (Ha’aretz – 25.03.2009)
Ancak tılsım bozulmakta gecikmedi… Cenin’e dönüşlerinde grup dağıtıldı, ve grubun lideri Vefa Yunus’un kampı terk etmesine, evinde benzer çalışmalar yapmasına yasak getirildi. Nedeni ise, Arap gençliğini Holokost gerçeği ile tanıştırmaya çalışması idi. Kampın Halk Komitesi üyesi Adnan Hindi’ye göre, Yunus, Arap gençlerinin saflığını sömürmüştü. Hindi şöyle diyordu : “Gençliği böylesi girişimlerden korumak gerekir... Holokost olmuştur ancak Yahudiler de bize benzer bir acı çektiriyorlar. Bizler de toprağımızı kaybettik ve 50 yıldır mülteci kamplarında yaşamaya zorlanıyoruz…” (Ha’aretz – 29.03.2009)
İkinci Dünya Savaşı’nda 6 milyon Yahudi katledildi, yüz binlercesi, çaresiz, evini ve geçmişini terk etmek zorunda kaldı. Onların başka alternatifleri yoktu !
Yahudilerin 1947 Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun kararı doğrultusunda bağımsız bir devlet kurmaları ile başlayan süreçte yüz binlerle ifade edilen Arap, çaresiz, evini ve geçmişini terk etmek zorunda kaldı. Arap liderler, Yahudilerin kabul etmiş oldukları gibi kendilerine sunulan bağımsız bir devlet kurma teklifini geri çevirmemiş, önlerine çıkan sayısız barış fırsatını tepmiş olmasalar belki bugün bölgenin çehresi çok değişik olurdu.
Güneş balçıkla sıvanmaz! Her halde ve şartta, Holoklost’a sırt çevirmek, olanları red etmek, bu anlamda gerçeği görmezden gelmek, Arap gençlerinin öğrenme haklarının, muhtemelen daha birçok hakları gibi ellerinden almak, Filistin’deki dramın çözülmesini sağlamayacak, kendilerini daha iyi yarınlara götürmeyecektir.
Bu toprakları “paylaşması” beklenen iki halkın birbirini yakından tanımaları, çektikleri acıları anlamaları ise, gitgide içinden çıkılmaz bir hal alan sorunun çözümüne az da olsa bir katkıda bulunabilir, oysa…