Bu hafta Milli Takım’ımızın İspanya’ya karşı oynadığı iki maçta da tam anlamıyla bir hezimet yaşandı. Bence millet olarak bunun sebeplerini çok iyi anlamamız gerekiyor;
Bundan tam dört sene evvel, 11 Nisan 2005 günü Doğan Levent’in yazdığı Büyüteç’ten bir bölüm sunuyorum:
“Yılmaz Vural’ın, Rayo Vallecano’da, Fulham’da ya da Siena’da teknik direktörlük yaptığını varsayalım. Sinirlerine hakim olamayıp, futbolcularına tekme tokat giriştiği mekanda, Türkiye’nin değil bahsettiğim takımların ülkelerinin başkenti olsa... Futbolumuzun yakın tarihine “fazlasıyla” renk vermiş bu kişinin maçtan sonra takındığı “Ben onların babasıyım, kulaklarını çektim. Benim tarzım bu!” tavrını sergilemesini bırakın takımını kalan maçlarda yönetmesi bile söz konusu olamazdı.”
Doğan’ın yazısında bahsettiği olay, dört sene evvel Yılmaz Vural’ın iki futbolcusu Adem ile Effa’ya yaptıkları yanlıştan ötürü takımlarının gol yemesi sebebiyle maç sonunda tokatlamasıydı.
Aradan bunca sene geçti, yine maçlara “koçlarım, aslanlarım sahaya çıkın parçalayın rakipleri” psikolojisiyle hazırlanan Türk Milli Takımı, geçtiğimiz yılın Avrupa Şampiyonu karşısında gösterdiği zayıf performans sonucu her iki maçta da yenilerek Dünya Kupası umutlarını neredeyse bitirme noktasına geldi.
İşin yanlış tarafı futbolcuları ve toplumu bu psikolojiye sokan politikanın arkasında artık benim yasama, yürütme ve yargı erklerinin de önünde tabir ettiğim medya gücünün olması.
Rudi Diriman, sanki gelen felaketi önceden görmüş gibi geçen hafta tam da bu noktaya parmak basan güzel bir yazı yazdı. Maç öncesi yayınlanan “Amansız Ol” başlıklı reklâmın ne kadar yanlış bir mesaj verdiğine ve yaratabileceği sorunlara değindi.
Doğan, 11 Nisan 2005’teki yazısına şöyle devam ediyor: “Bu ülkenin futbolcusu senelerdir taktiksel beceriler öğretilerek değil, “Çıkın oynayın, saldırın, siz onlardan iyisiniz.” tarzı motivasyonlarla hazırlandı maçlara. Bu yüzden, yerel ya da ulusal en kritik dönemeçlerde sergilenen performansların düzeyini, hep gündemdeki konular belirledi. Sonuç? “Avrupa Avrupa duy sesimizi”li günlerden birkaç adım ilerleyebildik ancak, kendimize ait bir ekol oluşturabilecek potansiyele sahipken. “
Almanya’nın Kaiserslautern örneğinde olduğu gibi ikinci ligden yükseldiği sezon, birinci ligde şampiyon olabilecek, ya da TSG Hoffenheim gibi amatör ligden gelip, Bundesliga’da fırtınalar estirecek ekiplere sahip olan bir lig, bir ülke dünya futbolunda “hükmeden” bir role sahip demektir. Bize düşen de Avrupa Şampiyonası Yarı Finali’nde böyle bir ekibe yeniliyorsak bunu şans olarak nitelendirmemek ve oturup düşünmektir.
Arz ve talep meselesidir, her şey. Gerçek anlamda, başarıyı isteyen kim ki? Senelerdir, birkaç değerin sırtına binmiş gidiyoruz. Kendilerini geliştirmekten büyük itinayla kaçınan, geldikleri yerde kalmayı kendilerine meziyet edinen futbol yıldızlarıyla bu balon daha ne kadar şişecek? Terim, Denizli, Emre, Nihat, Tuncay vs. Avrupa’da, Asya’da ne yapıyorlarsa yapsınlar.
Kanımca “Biz bu sene şampiyon olalım da bizden sonrası tufan” düşüncesiyle, “Hadi koçum” psikolojisiyle daha uzun yıllar Edirne’den ufka bakmaya devam ederiz.
Hepinize iyi haftalar dilerim.