Bu yıl Pesah Bayramı öncesinde; hayata ve Tanrı’ma şükrettim, güneşi gördüm, ama 28 senede bir denk gelen güneşin kutsanması duasına katılamadığıma üzüldüm.
Köşe yazısı dediğin köşe yazısı gibi olmalı, öncelikli olarak güncel bir konuda bir görüşü, bir düşünceyi savunmalı, tezler ortaya koymalı, ortaya konan tezlerin doğruluğunu kanıtlamalı, yorum getirmeli.
Kimine göre köşe yazıları, tarafsızının makbul olduğu ama bulunamadığı, kimine göre ise sabah kahvemizin can dostlarıdır.
Nedense ülkemizde, medyada gazetelerin yükünü köşe yazarları çekmekte, okunurluğunu onlar artırmakta. İletişimin son derece geliştiği günümüz koşullarında, olaylar anında bilgisayarımıza düşüyor, her an televizyonlardan izlenebiliyor. Bu durumda basının yüklenmesi gereken işlev de farklılaşıyor. Batıda yorum haberciliği veya araştırmacı gazetecilik kavramının köşe yazarlığından daha öne çıkmasının nedeni bu olsa gerek...
Okuma alışkanlığının az olduğu ülkemizde ise fazla zahmete girmeden kendimize yakın hissettiğimiz bir veya iki köşe yazarının kaleminden günceli yakalamayı ve değerlendirmeyi yeğliyoruz.
* * *
Bu hafta yazımı bir günlük anlayışı içinde kaleme aldım.
30 Mart Pazartesi, gazete manşetlerine bakıyorum; “Halk ‘one minute’ dedi”, “Sandıktan uyarı”, “Hükümete güvenoyu”, “Millet istikrara ‘DEVAM’ dedi”, “Sandık CHP’ye yeni lider çıkardı”, “Metrobüs farkıyla”... Gazetemizin manşeti ise “Seçmenden herkese mesaj” idi. Bana kalırsa 29 Mart yerel seçimlerinde kazanan “demokrasi” oldu, seçmen balans ayarını kendisinin yapabileceğini kanıtladı.
Akşam, “Moiz Hayata Şükret”i seyrettim, herkes çok güldü, ben daha az. Ancak Jojo Eskenazi ve “Moiz” serisini, Türk Yahudi cemaatinin yakın geçmişteki yaşamını kendine özgü güldürü anlayışı içinde yansıtan son derece başarılı bir “fenomen” olarak görüyorum.
31 Mart Salı, “Güneşi Gördüm”ü izledim. Filmde oldukça cesur mesajlara, yeni açılımlara yer verilmiş. Yılmaz Güney belki daha ustaca, ama çok daha azını söylemişti. Yakın tarihlere kadar pek çok sanatçının görüşlerinden dolayı Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 302. maddesinden yargılandığı, yıllar boyu hapiste yattığı acılı bir dönem geride kaldı.
Bir süre önce de Genco Erkal’ın “Marx’ın dönüşü” oyununu izledim. Ölümünden 120 yıl sonra dünyaya geri dönüş yapan düşünür hem kendisine karşı yöneltilen eleştirileri yanıtlıyor, hem de krizle sarsılan kapitalist sistemi eleştiriyor. Karl Marx’ın kitaplarını bulundurmanın bile devlet güvenliğine karşı işlenmiş suç kapsamında sayıldığı günleri anımsıyorum. Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim; son yıllarda ülkemizde pek çok tabu yıkılıyor.
1 Nisan Çarşamba, elektronik postama bir bilgi notu düşüyor: 28 senede bir denk gelen “Güneşin Kutsanması” (Birkat Ahama) duası Pesah arifesinde 8 Nisan Çarşamba sabahı gerçekleşecek. Daha ayrıntılı bilgi ise gazetemizin Kavram sayfasında yer aldı. Aynı gün bayramı ailemle birlikte kutlamak için yurt dışına gideceğimden böylesi tarihi bir olayı kaçıracağıma üzüldüm. 28 yıl sonra acaba nerede olurum?
Bu ara güneşin yaşantımıza fazlaca girmesi (Mahsun Kırmızıgül’ün filmi ve Birkat Ahama) bir rastlantı mı acaba?
5 Nisan Pazar, ABD Başkanı Obama’nın ziyareti, Türkiye’nin son dönemde bölgesinde istikrar, refah ve barışı yayma çabalarının takdir edildiğinin işareti olarak algılanıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Rodriguez Zapatero’nun himayelerinde, “Medeniyetler İttifakı II. Forumu” çerçevesinde Topkapı Sarayı’nda düzenlenen sergiyi ne yazık ki kaçırdım.
7 Nisan Salı, tüm Şalom okurlarının Pesah bayramlarını kutluyorum: HAG SAMEAH.
Çocukken Pesah Sederi’nde ailece masa etrafında oturur, rahmetli babam tüm duaları okurdu. Modernleşmenin, “Türkleşmenin” dinden uzaklaşmak olduğuna inanan bir kuşaktan geldiğimden ne İbranice okumayı bilirdim, ne de dua etmeyi. Ancak yine de Yahudi ulusunun Mısır esaretinden kurtulmasının öyküsünü çocuklarıma kim aktaracak diye kaygı duyardım.
Yıllardır her Pesah, Seder Sofrası’nda iki oğlum ve torunlarımla birlikte, eşlerimiz de dâhil herkesin duadan bir bölüm okumasını gelenek haline getirdik. Tanrıma şükrediyorum…