Bahşiş. Oğlum olta ve misina almaya gittiği bakkaldan dönerken ağzı kulaklarında... “Bakkala üç lira verdim, iki lirası olta/misina için, bir lira da bahşiş verdim”... Bakkala bahşiş mi? O da nereden çıktı? “Oltanın nasıl kullanılacağını anlattı uzun uzun, sonra misinayı taktı benim için. Yapması gerekmeyen, görevi olmayan işler yapanlara bahşiş veririz diye öğretmemiş miydin?” Bunu bana söylüyor. Doğru, ne zaman bahşiş verilir, ne kadar verilir, diye bir ayaküzeri kurs yapmıştım ona özel; her anlattığımı bu kadar iyi bellemez, bu nedense iz bırakmış. Biraz daha düşününce, Aras’ın benden bana aktardığı bahşiş tanımını pek beğendim.
Bir daha hiç gelmeyeceğimiz lokanta ya da kafelerde, bir daha hiç görmeyeceğimiz insanlara (yapmaları gerekenden daha) iyi hizmetlerine müteşekkir olduğumuzu göstermek için para vermesek olur mu? Bir sebeple, doğrusunu yapmadığımızda içimizin rahat etmediği, yaptığımızın yanlış olduğunu kimse öğretmemiş olsa bile bildiğimiz eylemlerden birisi olan “bahşiş”, karşımızdakine bir mesaj niteliği de taşır. Bazı lokantalarda servis ücreti zaten alınıyor olduğunda bile, memnuniyetimizi vurgulamak için teşekkürle yetinemeyiz.
Karşılıklılık. Bahşiş verilmesini haksızlık olarak algıladığımız durumlar da olmaz mı? Birçok kişi için zaten boş boş duran bir alana arabanızı park ettiğinizde orada öylece duran birisine (bkz. akşamları Maçka-Teşvikiye hattı, Arnavutköy-Bebek arası gibi bölgeler) para vermek saçmadır. Kapının önünde havalı bir biçimde arabanızdan inmek ve “mekân”a zahmetsizce süzülmek istediğinizde, sokaklarda üst üste otomobillerin yığıldığı mahallelerde (bkz. Çengelköy İskele meydanı) arabanıza bir yer açılması sağlandığında park görevlilerine verdiğiniz para da ise, gözünüz kalmaz. Hak edilmişlik duygusunu uyandırıp uyandırmadığına bakarak, bahşişinizi ayarlayabilirsiniz.
Haklılık. Hak edilmişlik (bir tür haklılık) dediğimizde, onun eşlikçisi “haksızlık” duygusunun öfkeyi nasıl doğurduğuna. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz her noktada hissettiğimiz öfkeyi daha fazla neden gerekmeksizin içimizde buluveririz. Bu kadar harekete hazır bir duyguyu tetikleyen, karşılıklılık ilkesini çiğnendiğini hissettiğimiz koşullardan ibarettir desem, yanlış olmaz. Haksızlığın, hayatın dengesini bozan bir durum olarak hemen düzeltilmesi gerekir. Öfke, duygularımızın en hızlısı ve keskini olduğundan ötürü bu dengesizliği düzeltmek, hayatımızı yoluna geri koymak için “ideal” duygudur.
Haksızlık. Haksızlık duygusunun en büyük problemi ise, “duygunuzda haksız” olma olasılığınızdır. Duyguların akıl işi olmadığını tekrarlayıp durduğumu bilen okurlar kaşlarını çoktan kaldırmış olmalılar. Biraz daha netleştireyim: Size haksızlık yapıldığı düşüncesinde haklı olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz. Genellikle diğer taraftaki kişi de, kendisine haksızlık yapıldığını düşünmektedir... Belki hak’kı nasıl hesapladığınız konusunda diğer kişiden farklısınız. Hesabı nasıl yaptığımızdaki fark, onun almayı beklediği ile bizim verdiğimiz arasındaki açık, “haksızlığın” ölçüsü olur. Hesaplar karıştığında, haksızlığa uğramış iki tarafın öfkesi birbiri ile yarışır. Başkasının hesabının bizimkinden farklı olabileceğini kabul etmek, hatta akla getirmek pek kolay sayılmaz. Öfke kontrolünün ilk adımı bu hesap etme farklarını anlamaktan geçmelidir.
Öfke. “Öfke varsa, haksızlık algısı vardır” bağlantısı her durumda geçerli bir formül mü? Örneğin, göstericilere öfke ile saldıran emniyet görevlilerinin görevlerinin gerektirdiğinin ötesinde sertleşmelerinin ya da siyasi liderin kendisini eleştirenleri ya da kendi kafasındakine ters düşünenleri küçümseyici sözlerindeki öfkenin tek sebebinin haksızlığa uğradıkları düşüncesi olduğunu söylesem, ne desem doğruluğunu gönülden kabul etmeye hazır okurlarım bile şöyle bir yutkunacaklardır. Bazen bir yanlışımızın ortaya beklenmedik bir biçimde pat diye çıkması, yapmaya niyetlendiğimiz (doğruluğundan kendimizin de kuşku duyduğu) yanlış hareketin (bir çevre felaketine yol açabilecek düzenlemeleri “memleket menfaati” için yapmak gibi) sezilmesi (takkenin düşmesi) de bizi kızgın ve öfkeli yapıverir. Ülkesinin ve toplumunun iyiliği için ortaya atılarak yaptığı güzelliklerin anlaşılmaması, hatta protesto edilmesi siyasetçinin anlaşılmadığı, değerinin bilinmediği ve haksızlığa uğradığı duygusunu tetikliyor belki de. Öfkesine bakınca buradan böyle gözüküyor. Hemen ardından, başkasına haksızlık yapma olasılığının keyif kaçırıcı, suçlu hissettirici etkisinin de öfkeye “değişik bir renk” katması mümkün... “Beni anlamadınız” ve “Beni istemediğim gibi (öfkeli) davrandırdınız” katmanlarından oluşma “haksızlık” teması bir türlü başka yere gitmez. Giderek büyür. Suçlanmaya gelemediğimizde, suçlayarak işin içinden çıkmak en kestirmesi olur. Suçu hiç üstlenmeyerek, başkalarına suç atarak masum kalmak istemekteysek, bu “suç”lamalar, masumiyetimizi de müzelik hâle getirir.
Masumiyet. “Masumiyet kaybedilip bulunan değil, adım adım bina edilen, kazanılan” (hak edilen) bir “durum”dur. Masumiyeti hak ederiz. Haksızlığa uğradığımızda, ya da öyle düşündüğümüzde, masumiyetin elden gittiğini görüyor olmak ise, öfkeyi tetikler. Ülke için iyi şeyler yapayım derken, masumiyetimizi yitirmek gibi.
_________________________________
Prof. Dr. Yankı YAZGAN
Psikiyatri uzmanlık eğitimini Marmara Üniversitesi’nde alan Prof. Dr. Yankı Yazgan, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında uzmanlaştı. Halen, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesör, Yale Child Study Center’da öğretim görevlisi olarak akademik çalışmalarını sürdürmekte olan Yazgan, çocuk/genç ve erişkin psikiyatrisi alanında uzmandır. Yazgan’ın tıp, nörobiyoloji ve psikiyatri alanında çok sayıda uluslararası bilimsel makalesinin yanı sıra ödül ve projesi bulunuyor. Gazete ve dergilerde, ekonomik hayata psikolojik açıdan bakan, gündelik ilişkilerdeki davranışlarımızın fark etmediğimiz doğal kuralları gibi temaları işleyen Yazgan’ın, birçok yayınlanmış kitabı da bulunmakta.