“Ben hiç televizyon seyretmem, sadece kitap okurum” diyen kişileri hiçbir zaman anlayamamışımdır. Bu kişiler televizyon seyretmeyi bir ayıp olarak görür, durmadan güncel kitapları ne kadar yakından takip ettiklerini ispatlamaya çalışırlar. Buna rağmen popüler bir televizyon programının bahsi geçtiğinde, o programın konusunu nedense her zaman bilirler. “Yemekteyiz ne kadar saçma, geçen gün annem seyrederken birkaç dakikasını yakaladım. O Burcu ne kadar cadı.” veya “ Melrose Place’i yeniden yayınlamaya başlamışlar” gibi yorumlar da, her zaman televizyon “seyretmeyen” bu kitleden gelir.
***
İstendikten sonra bir insanın hem kafasını dağıtmak için televizyon seyredecek, hem de kitap okuyacak vakti olduğuna inananlardanım. Belki, çalışmama rağmen her ikisini de yapacak vaktim olduğundan.
Haftanın yorgunluğunu üzerimden atmak ve kafamı boşaltmak için televizyon seyretmeyi en çok sevdiğim zaman Perşembe akşamlarıdır. Çünkü Perşembe, Aşk-ı Memnu zamanıdır. Halid Ziya Uşaklıgil’in romanından senaryosu günümüzün zamanına uyarlanmış bu dizi, sadece benim değil, dizi izleyicilerinin büyük çoğunluğunun beğenisini kazandı.
“Aşk-ı Memnu’yu bu kadar başarılı yapan nedir?” diye düşündüğümde aklıma, başarılı bir kitap yazmanın anahtarı olan kelime geliyor: Homo Fictus. Kurgusal karakter anlamına gelen Homo Fictus Amerikalı yazar James N. Frey’e göre başarılı bir roman yazmanın en önemli anahtarı, çünkü okuyucular Homo Fictus’ın gerçek insanlardan çok daha farklı olmasını, kendilerini öne çıkaran özellikleri olmasını bekliyor. Daha tutkulu, daha güzel, daha derin, daha kavgacı, daha cüretkâr, daha çok skandal, daha, daha…
İyi bir roman gibi, iyi bir dizi de seyircilerine gerçek hayatta göremeyecekleri, yaşamayacakları tecrübeleri sunmalı ki, sıkıcı bir kitabın kapağını kapar gibi, sıkıcı bir dizide televizyonu kapatmayalım.
Bana göre Aşk-ı Memnu, gerek Halid Ziya Uşaklıgil’in ölümsüz eseriyle, gerekse kurgusal karakterlerin hayata geçmesindeki başarısıyla, Frey’in Homo Fictus tezini çok iyi yakalamış. Aşk-ı Memnu’nun ana karakterleri, yayınlandığı ilk bölümden itibaren izleyicinin dikkatini yakalamayı başardı; zengin olma uğuruna gözü kara her türlü dalavereyi çeviren Firdevs hanım, Firdevs Hanım’ın gözünü diktiği ünlü zenginlerden Adnan Ziyagil’le annesinden intikam almak için evlenen güzel Bihter, Adnan Bey’e olan aşkını kalbine gömen evin dadısı, para avcısı olarak gördüğü yengesine âşık olan evin yakışıklısı Behlül, Behlül’ün saf ve güzel manken sevgilisi Elif, kuzenine içten içe âşık olan evin kızı Nihal hep güçlü, seyirciyi ekran başına çeken karakterler. Karakterlerin çekiciliği, çoğu kişinin yaşayamayacağı zenginlikte bir hayat tarzıyla harmanlıyor; her yatak odasında deniz manzarası olan muhteşem bir yalı, son model BMW ve Mini Cooperlar, ünlü alışveriş merkezlerinde şuursuzca yapılan alışverişler… Gerçeğe hiç benzemeyen kurgu, yine seyirciyi beyaz cama yapıştırıyor. Gerçek hayatta yeterince problemleri olanlar kendilerini iki saatliğine bile olsa yapay bir dünyanın ortasında bulmak istiyor. İşsizlik, geçimsizlik, hastalık gerçek hayatta fazlasıyla var...
***
Güçlü kurgu ve gerçek hayattan çok uzakta çekicilikte olan karakterlerin yanı sıra, beni arabaların arka camına yapışmış oyuncak bir Garfield gibi televizyona yapıştıran ise, ana karakterler arasındaki aşkın yasak boyutu. Adı üzerinde Aşk-ı Memnu. Adem’le Havva’dan beri insanoğluna yasaklar hep daha cazip gelmedi mi? Yasak elma, yasak aşk, yasak kitap, yasak…
Belki dizinin başarısının bir sırrı da, kurgusal karakterlerin yasakları delerek, gerçek insanların gösteremeyecekleri cesareti gösterebilmeleri. Yaşayamayacaklarımızı yaşamaları...