Dr. Üzeyir Garih bir söyleşisinde okumayı arzu ettiği kitapları üniversite öğrencilerine okutup anlattırdığını söylemişti. Vakitsizlikten bunu yaptığını dile getirse de bu işten kimin kârlı çıkmasını umduğunu siz de tahmin edersiniz...
Dr. Üzeyir Garih bir söyleşisinde okumayı arzu ettiği kitapları üniversite öğrencilerine okutup anlattırdığını söylemişti. Vakitsizlikten bunu yaptığını dile getirse de bu işten kimin kârlı çıkmasını umduğunu siz de tahmin edersiniz... Tabi ki kitabı okuyan öğrenci. Çünkü bir olguyu öğrenmenin ve özümsemenin anahtarı, ‘aktarabilecek’ kıvama gelmektir. Örneğin, ‘Bugünü Yaşama Arzusu’ adında bir roman okumuştum. (I.Yalom) Roman, Schopenhauer felsefesinin psikoterapi yöntemi olarak kullanıldığı müthiş bir kurguydu. O kitabı kurgulayabilmek için yazarın filozofu tamamen özümsemesi gerekmiştir muhtemelen. Keza, geçenlerde İshak Alaton’un Marx’ı özümseyen bir makalesini okuduk 360 Derece’de. O makaleyi üretebilmek için Alaton’un yığınla bilgiyi zihninde belli bir işlemden geçirmesi gerekmiştir.
Beni endişelendiren bir eğilim var ortalıkta. Kulaktan dolmayız. Biliyor gibi yapıyoruz. Konya’da üç gün tur rehberi eşliğindeki gezi sonrası Mevlana’nın yaşam sırrını ifşa edebiliyoruz hava durumundan bahseder gibi. Kurmaca senaryolar ile yaratılmış televizyon dizilerini izleyerek edebiyat eserlerini anlayabileceğimizi sanıyoruz. Yaprak Dökümü hepsi topu topu 100 sayfa bir eser; uzatılarak çekilen günümüz uyarlaması 1930’ların Türkiye’sinde orta sınıftan bir ailenin dramını verebilir mi? Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının davasının Türkiye’yi nasıl sürüklediğini Hatırla Sevgili’den öğrenmek yeteri kadar tarafsız mıdır? Yine de konuyu tartışacak yetki görüyoruz kendimizde. ‘Kafkaesk bir üslup’ diyebiliyoruz, hayatımızda bir tane Kafka eseri elimize almadan. Kabala kursuna giderek Tevrat’ın incelikleri hakkında açılımlarda bulunabiliyoruz. ‘Ben Wagner dinlemem’ diyoruz, zira 2. Dünya Savaşı’nın resmi müzisyeni kıvamında bir isim. Her ne kadar Wagner savaştan yarım yüzyıl önce göçüp gittiyse de.
Paketlenmiş ve önümüze sürülmüş bilgilere itibar ediyoruz. Popüler kültür, gerçek bilginin yerini alıyor. Dikkat edin, topluluklarda sazı eline alan kişiler az bildikleri ve aslında aç oldukları konuları açarlar; bu bir tür avlanmadır onlar için. Biraz ‘atıştırıp’ gelmişlerdir. Konuyu açarlar. Kendilerine karşı çıkılmasını ve bir- iki hap daha sunulmasını umut ederler. Saldırgandır üslupları. Ne yazık ki bilginin derinliği ile paylaşma arasında ters orantı var. Topluluklarda bilgiye asıl sahip insanlar ortamdaki kirlilik nedeniyle bu hap avcılarına meram anlatmaktan o kadar bezmiş oluyorlar ki ağızlarını açmaya gerek duymuyorlar. İç geçirerek sadece gülümsüyorlar etrafa. Yayın organları da bu tür bilgi edinme yöntemlerini destekleyici nitelikte. Sürekli gerçeğine benzeyen ama tam da öze inememiş yapımlar sunuyorlar tarafımıza. Çünkü ‘şey’lerin özüne inecek sabrımız yok. Her şeyi Vikipedya’daki sıkıştırılmış versiyonuyla kabullenmeye hazırız. Bir süre sonra popüler bilgi,’ öz’ ün yerini alıyor.
Özgün bir eserle uyarlamalar arasındaki farkı gözetmek için özgün olanının öncelikle hakkını vermek gerek.,. 1956 yılı bir Eames Kardeşler mobilya tasarımını günümüzde herhangi bir mobilya mağazasında gördüğümüzde onun New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde sergilenmeye değer bir parça olduğunun hakkını vermek gerek. Özgününün unutulduğu türevlerin kol gezdiği pek çok güzellik var etrafımızda.
Aklıma bu ara çok sık karşıma çıkan bir reklam geliyor: Adidas, “özgünlüğe alkış tutun…” diyor. Hak vermemek elde değil…