“Aynaya bakmasını bilmek gerek!”
Tahsin Yücel’in, Ayna öyküsünün kahramanı Profesör Tarık Uysal, birkaç kadeh rakıyı içtikten sonra bu sözleri söylüyor. Kaç yıllık eşinin bile kendisini tanıyamadığı, kişiliği değişime uğramış, yalnızca maddesel değerlere önem veren bu insanın öyküsü aslında birçoğumuzun yüzüne ayna tutuyor.
Profesör Tarık Uysal, kendisini ağırlamak isteyen eski okul arkadaşının yanından ayrılırken, hemen eve dönmesi gerektiğini, aynaya bakacağını söylüyor. Tahsin Yücel sözü şöyle sürdürüyor:
“Tasarladığı da buydu: bu çirkin ve yoksul çevreden, bu başarısız, çelimsiz ve hiç kuşkusuz yoksul sınıf arkadaşından ayrıldıktan sonra, güzel ve zengin evinde, güzel pahalı giysileri içinde, kristal aynanın önüne geçince, tıpkı sabahki gibi, bütün kaygılarının, bütün kuşkuların uçup gideceğini, boşanmadan ve yalancı tanıdıklardan önceki Profesör Tarık Uysal olacağını düşünüyordu.”
Oysa daha evine adımını atmadan, kapı eşiğinde bekleyen birinin getirdiği iş dosyası, kafasındaki tüm düşünceleri unutturmuş, bulunduğu yarı uykulu durumundan uyandırmış, kazanma tutkusu gözlerini daha çok açtırmıştı. Bir süre sonra, yatmadan dişlerini fırçalamak için kristal aynaya baktığında, gördüğü yüz artık ona yabancı geliyordu.
Yazar bu öyküsüyle bir yandan kahramanın yüzüne ayna tutmaya çalışırken, bir yandan da bu aynadan yansıttığı, toplumun saygın meslekleri ile tanınan kimi ünlü insanların olumsuzluklarını, çirkinliklerini sergilemektedir.
Öyküyü bitirdikten sonra, insan ister istemez düşünüyor: Profesör Tarık Uysal gibi, okuduğumuz, bildiğimiz, kitle iletişim araçlarından sıkça izlediğimiz ne çok insan var! İnancının kıblesini paraya yönlendirmiş, ikiyüzlü, üçkâğıtçı, yalancı, bir o kadar da saygın! Onlar herhalde aynaya yalnızca dışa karşı görünümlerini düzeltmek için bakıyorlar, yoksa kişiliğindeki değişimleri gözlemlemek, davranışlarını sorgulamak için değil... Birçoğumuzun alışkanlıkla baktığı gibi... Oysa öykü kahramanının sözlerini yineleyecek olursak, “Aynaya bakmasını bilmek gerek!”
Bu tümcede öncelikle aynaya bakma, sonra da bakmasını bilme gerekliliği var!..
Hiçbirimiz aynalardan uzak değiliz. Makyaj yaparken, giyinirken, tıraş olurken, bir dekorasyon aracı olarak sürekli onlardan yararlanıyoruz. Bir başka deyişle, onlara yalnızca bakıyoruz! Bilme gerekliliği söz konusu olduğunda, bilinçli bir yaklaşım kadar, kendini tanıma isteği, gerçeklere açık olma olgusu işin içine giriyor. Toplum içinde gün boyu farklı maskelerle dolaşırken, aynanın karşısında tümünü çıkartarak, yalnızca kendimiz için de olsa, gerçek yüzümüzü görmemiz gerekiyor.
Bir başkası için değişime uğramış, yabancılaşmış olan yüzümüzü, artık tanıyamaz duruma geldiğimizde, kendi yönümüzden hayal kırıklığına uğrasak da, aynalar gerçek görevlerini yapmış olacaklardır.