Suzi; güzel, alımlı ve zeki bir kızdır. Şansı yaver gider ve o yörenin tanınmış ailelerinden birinin oğlu olan Danyel ile evlenir.
Gençlik insana hırs, kudret ve delilik verir misali kendini kaptırır. Burnu kaf dağında, herkese tepeden bakan, etrafındaki sürekli iğneleyen, herşeyi o bilir edasına bürünen biri haline dönüşür. Varlıklıdır diye herkes ona hürmet eder. Yaptıklarına kimse müdahale etmez. O hep herşeyi en iyi bilen kişidir. Kayınvalidesine karşı da oldukça suratsızdır. Gerektiğinde ona da ters cevaplar verir, ona karşı bir yığın günah işler. Suzi, bu yaptıklarının farkında bile değildir. Herkesi kırmaya devam eder: “Ben sözümü sakınmam. Ben böyle düz bir insanım” deyip böbürlenir.
Bir oğlu dünyaya gelir. Eşi ona adeta tapıyordur. Sevinçten çıldırır. Herşey yolunda tam Suzi’nin istediği gibi gider. Ona göre hayat böyle dümdüz gidecektir daima. Tutumunu, herkese yukarıdan bakan kibirli tavrını bırakmaz. Zavallı kayınvalidesi sürekli gözyaşı döker oğluna belli etmeden.
Birkaç yıl sonra yaşamlarına çok acı iki olay girer. Önce Suzi’nin kayınvalidesi bu hayata gözlerini yumar. Yaşlı bir kadındır. Ölümü herkesi üzer. Ardından Suzi’nin eşi Danyel bir trafik kazası geçirir. Günlerce yoğun bakımda kalır ama o da gencecik ölüverir.
Işte Suzi’nin dönüm noktasını oluşturan bu olay sonrası hayatı dar, karanlık bir tünele girecektir. Oğluyla bir başına kalakalır. Eşinin servetiyle idare etmeye çalışır. Ne işten anlar ne de yatırımdan. Paralar bir on senede suyunu çeker. Koskoca servet eriyip yok olur. Daha küçük bir eve taşınırlar. Maddi insanları kısıtlı olarak hayatlarını devam ettirirler.
Suzi’nin oğlu okur, kültürlü biri olur. Askerlik dönüşü gönlünü bir kıza kaptırır. Kız tatlı bir kızdır. Adı Cenya olan bu kızla evlenmeye karar verir. Cenya da gençtir, deli doludur. Aynı Suzi’nin gençlik hali gibidir. Sözünü sakınmayan, cevabına cevap biridir. Suzi hep anlayışla karşılar: “Oğlum mutlu. Bu, bana yeter” der. Der ama Cenya’nın tavırları, kibirli tutumları onu arasıra üzer. Hep görmemezlikten gelmeyi tercih eder.
Nihayet Cenya’nın da bebek beklediği müjdesi yayılır. Suzi’nin erkek torunu dünyaya gelir.
“Brit-mila günü Suzi’nin içi buruktur. Kocası bu güzel günü göremeycektir. Kendini kolu kanadı kırık bir kuş misali hisseder. Uçamıyordur. O biraz hüzünlüdür. Maskesini takıp içeri girer. Tören yapılır. Gelini hep annesiyle fotoğraflar çektirir. Oğlu da onlara katılır. Kimsenin aklına Suzi’yi çağırmak gelmez. Oğlunun gözleri kör gibidir. Sadece karısını görmektedir.
Suzi gözyaşlarına hakim olamaz. Yanına bir kadın oturur: “Merhaba beni tanımıyorsunuz ama ben sizi çok iyi tanıyorum. Yıllar önce ben bu filmi bir kez daha görmüştüm. Başrolde siz vardınız. Burada sizin kayınvalideniz aynen sizin gibi ağlıyordu. Siz de kendi ailenizle fotoğraflar çektiriyor, etrafı soğuk edanızla süzüyordunuz. Kayınvalideniz sanki görülmez biriydi. O da duldu. O da oğluna tapardı. Onu ne kadar üzdüğünüzü ne kadar kırdığınızı bizzat gözlemleyenlerdenim. Hayat işte. Kimsenin “Ah”ı kalmıyor. Nasıl severdi sizleri. Hep sizi düşünürdü. Hep ona karşı mesafeliydiniz. Ne söyleyeceğini şaşırırdı. Tüm sevgisini oğluna adamıştı. Hep sözlerinizle dövdünüz onu, hiçbirşeyinize karışmasını istemediniz. Oğlu için bir söz söylemesine bile izin vermediniz. Eşiniz de size uydu. Bugün şimdi siz aynı karmaşık yapıyı bizzat yaşıyorsunuz. İnsanlar biraz empati kurup, kendini karşısındakinin yerine koyup davranışlarına dikkat etseydi bu dünya ne kadar güzel olurdu, değil mi?” derken Suzi’nin oğlu yanına gelir. “Anne, ağlıyor musun sen?” diye sorar annesi “Çok duygulandım oğlum. Sevinçten ağlıyorum” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlar yaptıklarına pişman olmak için çok geçtir. Ne yazık ki çok ama çok geç…