Salamo Arouch, geçtiğimiz haftalarda 86 yaşında hayata gözlerini yumdu. 1989 yapımı Triumph of The Spirit adlı filme konu olan çok zor bir hayat tecrübesi yaşamıştı. Auschwitz’den kurtulduktan sonraki hayatı ise, bu acı tecrübe bir daha yaşanmasın diye onu insanlarla paylaşmak üzerine kuruluydu.
Salamo Arouch, geçtiğimiz haftalarda 86 yaşında hayata gözlerini yumdu. 1989 yapımı Triumph of The Spirit adlı filme konu olan çok zor bir hayat tecrübesi yaşamıştı. Auschwitz’den kurtulduktan sonraki hayatı ise, bu acı tecrübe bir daha yaşanmasın diye onu insanlarla paylaşmak üzerine kuruluydu.
Arouch, 1923’te Selanik’te doğmuştu. Dönemin popüler sporu olan boksa âşıktı. 14 yaşında ilk boks maçını kazandı. 19 yaşında ise Balkan Şampiyonu oldu. 1945 yılında ailesiyle beraber Auschwitz’e gönderildi. 136954 numarası koluna kazındı.
Sıra kimin yaşayıp, kimin öleceğine karar verilen insanlık dışı seçmelere gelmişti. Havlar gibi haykırarak konuşan bir SS subayı: “Aranızda boksör var mı?” diye sordu. Arouch korkarak elini kaldırdı ve belki de âşık olduğu spor için hayatında ilk defa dehşet duygusunu tadarak sessizce “Ben” dedi.
Kara Kare Film Günleri için ülkemize gelen Holokost kurtulanı Noah Klieger, Arouch ile aynı kaderi paylaşanlardandı. Auschwitz’de Nazi subaylarını eğlendirmek için boks yapmaya zorlanan mahkûmlardan biriydi. Yaşadıklarını şu sözlerle anlattığını anımsıyorum: “Hayatımda boks yapmamıştım. Ancak Fransa’da korkunç bir antisemitizm olduğu için, okul arkadaşlarım ve mahalledeki çocuklar bizlere devamlı sataşırlardı, o yüzden sokak dövüşünü çok iyi biliyordum.”
Salamo Arouch’u, diğerlerinden ayırdılar… Onlar ölüme giderken, Arouch ise yaşama doğru bir adım attığının farkında değildi. Bir jimnastik salonuna götürüldü. Ölüm fabrikasının ortasında, yaşama bağlanan bu küçük oda ona biraz tezat gelmişti. Antrenör olduğu anlaşılan bir subay yaklaştı, karşısına geçti ve dövüş dedi. Arouch, her ne kadar güçsüz, uykusuz ya da yorgun olsa da bir Balkan Şampiyonu idi. Kazandığı o altın madalya şimdi ona hayatını da kazandıracaktı. Arouch’un becerisi Nazi’yi şaşırtmıştı. “Güzel” dedi sırıtarak. “ Git, dinlen! Yarın maça çıkıyorsun.”
Arouch haftada iki ya da üç defa diğer mahkûmlara karşı maç yapmaya zorlandı. Oyunun kuralları basitti. Maç, boksörlerden biri bayılıncaya ya da Nazi subayları sıkılıncaya kadar devam ederdi. Maçı kazanan boksör ya ekstra yemekle ya da daha az çalışma ile ödüllendirilirdi. Kaybeden ise bazen bir kere daha dövüşmesi için hayatta bırakılıyor, bazense doğrudan gaz odasına ya da idam mangasına gönderiliyordu.
Kara Kare Film Günlerine gelen Holokost kurtulanı Noah Klieger, hikâyesine şöyle devam ediyordu: “Trenden indik. Auschwitz, Polonya’nın en soğuk bölgesidir. Ben Ocak’ta gelmiştim ve o aylarda hava gündüzleri bile sıfırın altında olurdu. Donuyorduk. Bizi bir antrepoya götürdüler. Tavanı çürüktü ve üzerimize kar yağıyordu. Orada saatlerce ayakta bekledik. Güçsüz olanlarımız yavaş yavaş yere yığılmaya başladılar. Sabaha grubumuzun yarısı hayatını kaybetmişti. Bir SS subayı geldi nihayet. Bağırarak: “Aranızda boksör var mı?” diye sordu. Hiç düşünmeden elimi kaldırdım, hâlbuki boksa dair tek bir teknik hareket bile bilmiyordum. Benimle beraber el kaldıran birkaç genç daha vardı. Onların profesyonel boksör olduğunu sonra öğrendim. Bizi bir jimnastik salonuna götürdüler. Antrenör olduğunu sandığım bir subay bizi sıraya dizdi. Ben en sondaydım. En önümüzdekine dövüş dedi. Çok güzel figürler yaptı. Subay beğendi ve ‘Dinlenin! Yarın maça çıkacaksınız’ dedi. Bu bir mucizeydi çünkü denememi isteseydi, herhalde bugün burada sizlere bu hikâyeleri anlatamıyor olacaktım”.
Klieger, hikâyesine şöyle devam ediyor: “ İlk maçımı Balkan Şampiyonu bir Selanikli ile yapacaktım. Salamo Arouch ile… Antrenman yapıyordum. Kum torbasına vururken beni gören Arouch yanıma yaklaştı ve şöyle dedi: ‘Noah, benden başka biri boks bilmediğini anlarsa seni şuracıkta öldürürler. Bugün maçta ağır kalacağım. Beni biraz döv ve puan al ki hiçbir şey bilmediğini anlamasınlar’ Açıkçası şu an buradaysam, Arouch sayesindedir.”
Salamo Arouch da Klieger gibi cehennemden kurtuldu ancak ailesi o kadar şanslı değildi. Nisan 1945’te Bergen Belsen’de ailesini ararken, kendisiyle aynı köyden gelen Marta Yeichel ile tanıştı. Tel Aviv’e yerleştiler. Dört çocukları oldu ve gemi taşımacılığı işi ile uğraştı. 1989 yılında hayatı William Dafoe‘nun başrolünü oynadığı “Triumph of the Spirit” filmine konu oldu. Filme danışmanlık yapmak için hayatında ikinci ve son kez Auschwitz’e gitti.
Bir kahraman daha hayata gözlerini yumdu. Ancak hikâyesi, anlatılmaya ve gelecek nesillere ışık tutmaya devam edecek.