Acı bir anı -2

Köşe Yazısı
3 Haziran 2009 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Babam merakla sordu, “Yahudiler kendilerini savunmadılar mı?”

Profesör acı acı güldü. Babam ilgisinden hoşlanmıştı.

 “Yahudiler başlangıçta aldırmadılar, Alman halkı bu masallara inanacak kadar saf değildir, dediler. Hatta maalesef Hitler’i alaya alanlar bile oldu. Ancak zamanla Hitler’in büyük gücü karşısında şaşırdılar. Savunmalarını Alman gençliği dikkate almadı. Onları kimse dinlemedi, gazetelere yazdıklarını okumadı bile.”

Babam söze gird, “Alman gençliği dediniz, onların rolü nedir?

Profesör öğrencilere ders verir gibi heyecanla, Hitler Almanların üstün ırk olduklarını ve diğer ülkelerin Almanlara hizmet etmeleri gerektiğini vurguluyor, yardımcılarına da vurgulatıyordu. Alman ari ve saf ırkı, üstün ırktı. Yahudiler, zenciler ve eşcinsellerin saf dışı bırakılmaları gerekiyordu. Mesaj şuydu: “Onları yok edin!”

Babam sesi titreyerek, “Düşünen akıllar buna nasıl kanar?” dedi.

Profesör “Gençliği kötü yöne çekmek kolaydır; coşkulu nutuklar işe çok yarar. Almanya Birinci Dünya Harbi’nden yenik çıktı. Toplumda bir aşağılık kompleksi vardı. Topluma bir güç vermek ve yüreklendirmek iyi bir ilaçtı. Hitler bunu gördü ve tedaviye bu yönden gidiyor. Bugünkü Alman gençliği çok çalışkan, kendine güvenen, Almanya’nın zafer kazanması için kendini seve seve ateşe atan bir kudret haline gelmeğe başladı. Führer’in her emrini hiç düşünmeden yerine getiriyorlar. Bu günkü durum bu.”

“Peki, harp devam ediyor, Almanlar kazanacak mı?”

“Hayır, kazanamayacak çünkü yanlız askeri ve hatta ekonomik güç harbin kazanılması için yeterli değil. Almanya’nın işgal ettiği topraklardaki insanlara onların kabul edecekleri bir kültürü de aşılaması lazım. O insanları hoşnut etmesi lazım. Halbuki Alman askerleri önce Yahudi, zenci ve eşcinselleri sokaklarda herkesin gözü önünde vuruyorlar sonra da canlarının istedikleri kadınlara saldırıyorlar, terör dolaşıyor caddelerde, sokaklarda.

“Mutlu son nasıl gelecek?”

“Mutlu son deyimini çok sevdim, mutlu son şöyle olacak: Birincisi, işgal edilen topraklarda insanlar ayaklanacak, gerilla savaşına başlayacaklar. Almanlar gerilla savaşı bilmezler. Sertleşecekleri vahşetleri artacak, arttıkça onlara karşı mukavemet ve terör de artacak, neticede bunalıp, o ülkeden ayrılacaklar.

İkincisi, Hitler zafer sarhoşluğuyla Amerika’ya saldıracak. İşte mutlu son o zaman gelecek. İngiltere’nin canla başla destekleyeceği bir Amerika karşısında hiç şansımız yok. Yüzde bir bile yok.

Üçüncüsü, Hitler, etrafındaki dalkavukların teşvikiyle Rusya’ya harp ilan edecek ve Napolyon’un başına gelen biz Almanya’nın da başına gelecek. Ordumuz kırılacak ve geri döneceğiz.

Alman profesör daldı, üzüntüsü her halinden belliydi, “Almanya savaşı kaybedecek ve bizler de yıllarca başımız eğik dolaşacağız.”

Babam, konuşmanın başından beri Alman Profesörün ailesini merak ediyordu. Çocukları var mıydı? Eşi neredeydi? Bunu sormak ayıp kaçabilirdi, görgüsüzlük bile addedilebilirdi. Fazla dayanamadı ve çekinerek, “Aileniz Almanya’da mı kaldı? diyebildi.

Güngörmüş bilim adamının olgun yüzünde bir hüzün belirdi.

“Ne yazık ki, on dokuz yaşındaki oğlumuzu harpte kaybettik. Annesinin bütün ısrarlarına karşın yüzlerce gençle beraber askere gönüllü yazıldı. Paris işgalinde vuruldu. Karımı da üç ay evvel yitirdim. Kimbilir belki de üzüntüden kaynaklanan bir hastalık onu bir ay içinde alıp, bilinmeyene götürdü.”

Babam konuyu değiştirmek için, “Siz kazanan tarafsınız, başka birisi bundan gurur duyardı siz ise ülkenizi eleştiriyorsunuz. Bunun için iki kere de tutuklandınız. Çok ulvi bir davranış!”

Profesör babamın yüzüne iyice baktı, ikisi de belli belirsiz gülümsedi.

“Biz bugün kazanan tarafız, yarın kaybeden taraf olacağız. Sırtımızda vahşetin, haksızlığın verdiği utanç kamburuyla… Yahudilere yapılanları onaylayamam. Ben ne kadar Almansam, onlar da o kadar Alman. Eşcinsellere gelince istersen bir “yaşam tercihi” de, istersen bir “rahatsızlık semptomu” ne ad takarsan tak, kimsenin onları öldürmeye, küçümsemeğe hakkı yok. Bir şey daha Avrupa’yı ne diye işgale kalktık. Beyinleri özürlü bir grup insanı lider bildik, peşlerinden gidiyoruz. Hiç bir ülke başka bir ülkeye zorla giremez. Biz barbar mıyız? Neyiz biz?

Babam Alman profesörü hayranlıkla dinliyordu. Hoca sanki üniversitede öğrencilerine ders vermekteydi. Herhalde hem ateşli ve hem de ateşli olduğu kadar doğru ve insani konuşmalar yaptığı için iki kere tutuklanmış olmalıydı. Ağzından sanki bal akıyordu. Hoca hep konuşsun, o hep dinlesin.