19. yüzyıl, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden kaynaklanan milliyetçilik kavramı ile tanımlanır. Ancak hemen yanı başında yeşeren kardeşlik, özgürlük, eşitlik fikirleri ile milliyetçiliğin o günlerden bu yana, zaman zaman karşı karşıya geldiğini de kabul etmek gerekir.
İmparatorlukların çöküşünü hazırlayan bu fikir akımları, 19. yüzyıl sonları, 20. yüzyıl sonlarına gelindiğinde - değişik algılamalar çerçevesinde - Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, Rus Çarlığı’nın tarih sahnesinden, birer yıldız misali, kayıp gitmelerine neden olurlar.
20.yüzyıl sonları ve içinden geçmekte olduğumuz yılları artık Fransız Devrimi’nden miras kalan fikir akımları ile tanımlamak olası değil. Gerçi, bir yönetim şekli bağlamında demokrasi, o dönemin doğal bir ürünü olarak, batılı toplumların önünü açmış, sosyal anlamda gelişmelerinin teminatı olmuş gibidir. Ancak demokrasiye giden süreç, uzun, sancılı ve ne yazık ki çok kanlı geçmiştir.
Ülkemiz, Osmanlı’nın doğal devamı olarak, bugün gelinen noktada bu resmin neresinde yer alıyor? Siyasi rejim olarak demokrasiyi uygulayan bir toplumuz, ancak bunu ne kadar özümseyebilmişiz, buna bakmak gerek.
Demokrasi için, özgürlük gerekir. Özgür olmayan, kendi geleceği için tasarrufta bulunamayan toplumlara “demokratik geleneğin içindeler” demek mümkün değildir. Bu aşamada, özgür yaşama, özgür düşünme, kendini özgürce ifade edebilmeyi de atlamamak gerekir.
Demokratik toplumlarda çok seslilik vardır. Kardeşlik, sevgiyi, saygıyı getirir. Toplumu oluşturan bireylerin ahengini, birbirlerine olan güveni getirir… Bu bireylerin kıymetlerinin toplamı, toplumun ışıldayan yüzünü gösterir.
Kısa bir demokrasi muhasebesi yapma ihtiyacını, Bahçeşehir Üniversitesi tarafından yapılan ve Milliyet Gazetesi’nin ilk sayfasında (31.05.2009) yer bulan araştırmanın sonuçlarını okuduktan sonra derinden hissettim. Yaşadığı topluma katkıda bulunan bir birey olarak, üzüldüm… Belki de içinde bulunduğum hissi durumu ifadeye “üzüntü” sözcüğü hafif kalır; bunu “öfke” ile değiştirmek gerekir.
Çıkan bazı sonuçları özetlemek gerekirse:
* Dört kişiden üçü içki içen komşu istemiyor.
* Tanrı’yı tanımayan komşu istemeyenlerin oranı % 75
* Nikâhsız yaşayan komşu istemeyenlerin oranı % 67
* Yahudi komşu istemeyenlerin oranı % 64
* Hıristiyan komşu istemeyenlerin oranı % 52
* Siyasi anlamda aşırı komşu istemeyenlerin oranı % 48
* Amerikalı bir aileyi komşu istemeyenlerin oranı % 43
* Kızları evde şort giyen komşu istemeyenlerin oranı % 36
Araştırmanın siyasi çıktısı da var, ancak o cephede şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşmıyoruz.
Oysa yukarıda basit bir şekilde alıntı yapılan sonuçlar, toplumsal barışı dinamitler nitelikte. Toplumun harcı olan ahengi, saygıyı, birbirine olan güveni, sosyal mutabakatı ayaklar altına alır detaylar var… Toplumda kadının yeri, çoğunluğa aykırı olana açılan yaşam hakkı da, keza ayaklar altında.
Bundan birkaç sene önce benzer bir araştırma da yine benzer sonuçlar elde edilmişti. Dolayısı ile muhtemelen söz konusu araştırmanın sonuçları “beklenen” olarak kabul edilecek ve dosyalanacaktır. Ancak, yüzünü batıya dönmüş, tarihi sosyal çeşitlilikle yoğrulmuş bir toplumda bu gibi çıkarımlarla karşılaşılmasını talihsiz bir durum olarak nitelemek gerekir.
Etnik özellikleri veya tamamen sübjektif olması gereken tercihleri yargılamanın ve nihayet sosyal dinamiğin yarısını ifade eden kadınları baskılamanın, toplumumuza değer katamayacağı, refahın artmasına hizmet edemeyeceği aşikârdır.