Arapçada “p” sesi yok. Latince “Pilisti” kelimesine Arapçada “Filistin” denmesi ondan.
Pilistiler, MÖ 11. yüzyılda Yunan Denizi’nden gelerek bugünkü Gazze civarına yerleşen bir halk. O dönemden kalan Mısır yazıtlarında isimleri geçiyor. İsrailoğulları ile yaptıkları savaşlar nedeniyle Tevrat defalarca Pilistiler’den bahsediyor. Pilistiler, eski Mısır ve eski İsrail ile yaptıkları savaşları kaybedince tarih sahnesinden çekiliyorlar.
Roma kralı Titüs MS 70 yılında Yehuda Krallığı’nı işgal ediyor. Süleyman’ın Tapınağını yıkıyor ve Yahudileri sürgüne gönderiyor. Titus İsrailoğulları’nın Roma tanrılarını tanımamasına ve onlara put demesine o kadar kızıyor ki Yahudileri tarihten silebilmek amacıyla bu topraklara kaybolmuş Pilisti halkının ismini veriyor.
Böylece, Akdeniz ile Ürdün Nehri arasında kalan küçük toprak parçasından gelenlere oryantalist Avrupalılar yüzyıllarca Filistinli diyor.
Mesela, Immanuel Kant “Pragmatik Antropoloji” kitabında Avrupa Yahudilerinden “içimizdeki Filistinliler” diye bahsediyor.
Yahudi kelimesinin kökeni ise, zamanla Yahudiye Krallığı’na dönüşen Yehuda kabilesinden geliyor. İşin ironik tarafı günümüzde İsrail’in yaşayan bir devlet olarak varlığına içine sindiremeyenler veya ırkçılığı marifet sayan zihinler, ağza alınmayacak küfürlerin arkasına “Yahudi” kelimesini her eklediklerinde aşağılamaya çalıştıkları halkın o topraklara aidiyetini tekrar tekrar vurgulamış oluyorlar.
Gelelim Filistinlilere. Bugün Filistinli kelimesi, Ürdün Nehri’nin batısında yaşayan Arapça konuşan halkı tanımlıyor. Yerel kültürel farkların dışında, Filistinlileri tarihsel bakımdan Ortadoğu’da yaşayan diğer Arap halklarından ayıran temel bir dilsel veya dinsel olgu yok.
Filistin halkının ulus olma yolu 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda mağlup olan tarafın maruz kaldığı sürgün ve acılarla başlıyor. Yafo’dan, Hayfa’dan kaçan ve sürülen insanların yaşadığı ortak dram yeni bir kimlik ortaya çıkarıyor. Bu halkın acılarını Mahmud Derviş’in hüzünlü şiirleri dile getiriyor. Edward Said yaşamının büyük kısmını Filistin halkının İsrail’in yanında bağımsız bir devlete sahip olması ülküsüne adıyor. Ancak doksanlı yıllarda Arafat ile ters düştüğü için kitapları dahi Filistin’de yasaklanıyor.
Filistin’in ulus olma mücadelesine en büyük zararı Hamas – El Fetih’in silahlı mücadeleye girmesi veriyor. Bir ülkenin kurulabilmesi için esas olan “tek silah tek egemenlik” ilkesi Hamas’ın Haziran 2007’de Gazze’de bir askeri darbe ile yönetimi ele geçirmesinden sonra kayboluyor. Bu durum iki devletli çözüm umudunu iyice zayıflıyor.
Obama yönetiminin getirdiği olumlu hava Filistin sokağındaki gerçekler karşısında kaybolup gidiyor. Geçen hafta Mahmud Abbas’a bağlı kuvvetlerin Kalkilya’da altı Hamas militanını öldürmesine Hamas liderlerinin FÖY askeri kuvvetlerini “İsrail ile eşdeğer düşman” olarak nitelendirmesi ve Hamas’ın El-Fetih kuvvetlerine karşı intihar saldırıları düzenleyebileceğini söylemesi iki gurup arasındaki kan davasının ulaştığı boyutu açıkça ortaya koyuyor.
Ortadoğu’da iki devletli çözümün hayata geçebilmesi için öncelikle Filistin’in iç barışı ve birliği sağlaması yaşamsal bir öneme sahip. Aksi takdirde Filistin devletinin F’si bile hayal olarak kalma riski taşıyor...