Elimdeki kitabın sayfalarını çeviriyorum. Kısa kısa öyküler, tarihte iz bırakmış filozofların, bilgelerin yaşam tarzlarını, olaylara bakış açılarını irdeliyor… Kitap daha önce okuduğum benzerlerinden ne bir adım öne çıkıyor ne bir adım geri kalıyor. O halde neden mi aldım?
Hayatta bazı şeyleri birkaç kere yapmayı severim. Mesela Neşeli Günler filmini her yaşta seyredebilirim. Her yaşımda başka noktalar dikkatimi çeker. Hem çocuk, hem genç, hem de olgun yaş ruhuna değen bir öykü. Sevdiğim bir mekânda değişik zamanlarda farklı tatlar yakalayabilirim. Çok güldüğüm bir fıkrayı başka bir ağızdan ”biliyorum ama sen yine anlat” diyerek yine dinleyebilirim… Bu kitapta belki 3-5 kez daha okuduğum öyküler var. Ama o okuduğumda altını çizdiğimi, bu kez es geçebiliyor veya tam tersini yapabiliyorum. O gün ruhum neyi almaya neyi görmeye müsaitse, onu alıyor, görüyorum…
Ancak eşdeğerdeki tüm kitaplarda dikkatimi çeken ortak nokta bir çoğunun hatta hemen hemen hepsinin yerli yersiz, gerekli gereksiz konuşmama yönünde ağız birliği etmiş olmaları… Aslında düşünüyorum da susabilmenin asaletine, olgunluğuna sahip olmamız için birilerinin bizleri uyarmasına, öykülere, örneklere gerek yok; kişinin kendisini bilmesi yeterli…
Pek çok kere etrafındakileri bir şekilde kullanarak veya onlardan duyduklarını -ne anlam taşıdığını dahi tam algılamadan -birilerine aktararak öne çıkmaya çalışan insanların varlığına tanık olmuşuz ve bundan da rahatsızlık duymuşuzdur. Bu türde laf taşımanın kime ne yararı varsa…
Tam bu konu üstüne Sokrates’in hepinizin bildiği bir öyküsü “üçlü süzgeç ”İ bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Düşüncelerimizi kelimelere dönüştürmeden önce söyleyeceklerinizin “gerçekliğinden”, “iyi bir haber olup olmadığından”, son olarak da konuştuğunuz kişinin “işine yarayıp yaramayacağından” emin olun…
Kitaptan bir alıntı: “Gevezenin biri, konuşma sanatını öğrenmek için Sokrates’in okuluna kaydolmak ister. Fakat Sokrat, diğer okullara göre iki kat para isteyince, adam itiraz etmeye başlar. Sokrates adamın sözünü keserek şöyle der: “ sana bir değil, iki şey öğreteceğim. Birincisi konuşmayı; ikincisi ise susmayı!... Bu yüzden iki kat para istiyorum.”
Sana bir gemiden baktım Boğaziçi…
Cumartesi gecesi Yıldırımspor Kulübü’nün organize ettiği tekne gezisiyle İstanbul’un seyrine doyamadığım Boğaz manzarasını denizden bir kez daha seyrettim… Yanımda farklı yaşlardan yaklaşık 200 kişi daha vardı…
Güneş battıktan sonra hareket eden teknemiz, usul usul yol alırken, keyifli bir ortamda yemeklerimizi yedik…
Ardından teknenin üst katında canlı gitar müziği eşliğinde farklı dillerde seslendirilen şarkı sözlerini mırıldanırken, kâh karanlığın içinde birer mücevheri andıran yalıları seyrettik, kâh dostlarla sohbet ettik, köprülerin altından geçtik.
Cumartesi gecemiz YSK yöneticileri sayesinde, bir başka idi…
Bir dahakine bu fırsatı değerlendirmenizi salık veririm, gece Boğaziçi bir başka güzel, bir başka hayal alemi…
Teşekkürler…