David Ojalvo
Bugüne kadar birçok yazımda, özellikle de medyada yer alan bilgi kirliliğine değindim. Tarihten güncel olaylara, sağlıktan eğitime, ekonomiye kadar her gün birçok yazı basılmakta; okurların da kimi zaman kafası karışmakta… Kaynağı belli olmayan metinlerin, baskı sayısını arttırmak amaçlı popüler yaklaşımların revaçta olduğu bir dönemdeyiz. Objektif olma hassasiyeti azalıyor. Belli konulardaki bu bilgi çokluğu, belirttiğim gibi kafa karışıklığı yaratsa da, bir yerde beni çok da fazla tedirgin etmiyor. Özellikle eğitim, sağlık, ekonomi gibi hayati konularda, yeri geldiğinde uzmanına danışıyor insan.
Yazılı basında, hatırı sayılır ilgi toplayan önemli bir alansa “köşe yazarlığı”. Hatta köşe yazarlarının birçok gazetede lokomotif görevi gördüğünü birçok medya çalışanı söylüyor. Toplum, güncel gelişmelerin yorumlanmış hâlini okumayı seviyor. Gündemdeki olayların, ideolojik perspektiflere dayandırılarak incelenmesi, köşelere ayrı bir anlam kazandırıyor. Ülke gündemimiz, olaylar açısından o kadar zengin ki, yazacak konu sıkıntısı yaşamadıklarını yazarlar da dile getiriyor. Hele sütunlar aracılığıyla girilen polemikler, atışmalar oldu mu, anlam veremediğim bir biçimde, polemiğe karışan yazarlar “prestij” kazanıyor.
Elbette köşe yazarlığının da belli etik kuralları, prensipleri var, olmalı da… Sorumluluk yazarlara ait olsa da, basın meslek ilkeleri tüm medya çalışanları için geçerli… Bu süreçte okur, kendine yakın olan yazarı takip eder. Ne var ki, köşe yazarlığının ülkemizde sahip olduğu büyük bir boşluk var. Nesnel olandan öznele uzanılan bu platform, kötüye kullanılabilmekte… Nasıl mı? Manipülasyon, dezenformasyon ve anlam yüklemelerle…
Fransızca bir kelime olan manipülasyon, “yönlendirme” demek. Dezenformasyon ise, “bilgi çarpıtma”. Ne yazı ki Türk medyasında belli bir kesim, manipülasyonu ve dezenformasyonu şiddetle kullanmakta; kelimelere farklı anlamlar yüklemekte ve yeri geldiği zaman kişi, kurum ve kuruluşları hedefe oturtmaktadır. Öyle ki bazı metinleri “yorum” olarak kabul etmeniz mümkün değildir. Tekzip hazırlasanız bir türlü, hazırlamasanız bir türlü…
Belki bu yazıda kaleme aldıklarım, kimi okurlarımızın fark etmediği konular…
Son dönemde yaşanan bir örnek: bu sene elimde olmayan nedenlerden ötürü ödül gecesine katılamadığım ve ilk yarışmadan bu yana ilgiyle takip ettiğim Gila Kohen Öykü Yarışması sonuçlandı. Türk Edebiyatına yeni yazarlar kazandırmanın amaçlandığı bu yarışmada konu edebiyat; ama buna ille de “politik” kılıf giydirmek, konuyu Ortadoğu sorunlarına çekmek isteyenler oldu… “Nereden nereye?” diye soruyor insan…
Aslında bu küçük örnek, sorunlu bir zihniyetin ortaya koyduklarından sadece biri… Sorunun kökeni dine, Yahudiliğe dayandırılıyor. Bir inanç meselesi çarpıtılarak, farklı anlamlar yüklenip, yönlendirilerek “komplo teorileri” kuruluyor. Bu süreçte Ortadoğu’daki sorunları da çok farklı bir boyutta yaşıyorsunuz. Aynı şekilde kasıtlı çarpıtmaların sonucu olarak Ortadoğu politikalarına karşı tepki, cemaatime ve dini kimliğime yansıyan bir nefrete, hor-görüye dönüşüyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nin sonuçlarını duyurduğu ve toplumun %64’ünün Yahudi komşu istememesinin bir nedenini de burada görüyorum.
Geçtiğimiz hafta “360 derece” adlı köşede Oray Eğin’in, manipülasyonlardan ve dezenformasyondan payına düşeni okudum. O kendini, Şalom’da ironi düşmanlarıyla savaştığı için şanslı sayıyor. Peki, bu mücadele yer alması gerekenler esas kimler? Medyanın zaten birçok açıdan bölünmüşlükler içinde olduğunu biliyoruz.
Bir noktadan sonra yorum çizgisini geçip nefret içerikli söylemleri denetlemesi, yaptırım uygulaması gereken merciiler belli. Çıkartılması gereken yasalar çoktan ifade edildi… Ne bekleniyor? Gösterilen hedeflere, bir fiziki eylemin, saldırının gerçekleşmesi mi?...