Rakel evlenir, bir çocuk sahibi olur. Her zaman çok titizdidir; ama bu titizliği günden güne artar. Önce çocuğunun hijenik bir ortamda olması gerektiğini vurgular. Ardından bu tutumu süregelir.
Tüm gün tüm enerjisini bu konuda yoğunlaştırır. Arkadaşlarından da soyutlar kendini. Durmadan etrafı temizler, salonu kilitli tutar. Misafir gelirse tertemiz görünsün ister. İster ama konuk da çağırmaz evine.
Eşi sosyal biridir. Sözgelimi bir dostunu çağırmak isterse ona “Onların iki tane küçük çocuğu var. Evi talan ederler” deyip onu vazgeçirmeye çalışır. Eşiyle tartışıp çağırsa da huzursuzluk yaratır. Tüm gün çocukların etrafından gidip onlara müdahale eder. Ortamın huzurun kaçırır.
Bu durum ailesiyle de devam eder. Ağabeyinin üç çocuğu vardır. Onu evine çağırır; ama insanları evinde rahat ettirmez. Ne yedikleriden ne de içtiklerinden anlarlar.
Bir gün annesi gelip onunla bu konuyu konuşmak ister: “Bak kızım ben sana dağınık ya da pis ol demiyorum. Ben sana sadece herşeyin çoğu zarardır diyorum. Biraz rahat ol. Elindekilerin kıymetini bil. Vaktini sevdiğin insanlarla mutlu, huzurlu, geçirmeye çalışır. Her anın Allah tarafından sana armağan edildiğini unutma. Bu güzel günlerin tadını doyasıya çıkar” der. Bu laflar onun bir kulağından girer, diğerinden çıkar. Aynı tutuma devam eder. Eşi ve kızı da ona ayak uydurmaya başlarlar.
Hatta bu titizliğin şiddeti gün geçtikçe artar. Rakel eve misafir çağırmaz. Her gün salonun tozunu alıp kapatır. Bu, ona huzur verir. Hergün altınlarını saymaktan zevk alan biri gibidir. Bakar ve mutlu olur.
Yıllar yılları kovalar. Ağabeyi bir gün yurt dışına gitme kararı alır. Hasret hayatlarına ilk kez giriyordur. Ağlaşırlar sarılırlar. Kim bilir yeğenlerini bir daha ne zaman görecektir diye üzülür Rakel.
Hayatına kaldığı yerden devam eder. O ve durmak bilmeyen temizliği süregelir.
Bir gün annesi ona uğrar. Beraber kuaföre giderler. Annesi oturur, suskundur. Birden gözleri kayar. Rakel olanları anlayamaz. Sadece bağırır. “Annee” ve “Yardım edin”. Feryatları yayılır. Annesi dinç, hayat dolu bir kadındır. Bir anda gelen kalp krizine yenik düşer ve onu kaybederler.
Rakel perişan olur. Çok küçük yaşında babasını yitirmiştir; şimdi de annesini. Ağabeyi çok uzaklardadır. Kendini yapayalnız hisseder. Girdapta gibidir adeta. Tüm hayatı alabora olmuştur.
Başsağlığına gelen insanlara: “Hayat çok acımasız çok. İnsan annesinin hiç ölmeyeceğim sanıyor. Bunun benim başıma geleceğini hiç beklemiyordum. Sanki annem hep benimle kalacaktı gibi. Peki onun kıymetini bilmiş miydim? Sinirli dakikalar geçirmiş miydim canım fedakar, cefakar anacığımla. Neler çekti bizi büyütürken sesini bile çıkarmadan… Ne çok severdi beni! Ne de çok nazımı, kaprisimi çekerdi? Şimdi kim bana tüm bu pahabiçilmez duyguları yaşatırtacak? Kim bana salt verip mutluluğum için çabalayacak? Ah anam ah! Canım benim. İçim yanıyor. Peki ben yaşarken onunla neler paylaştım. Neden onunla daha çok vakit geçirmedim. Neden onu hep yalnız bıraktım,” diyerek dövünür.
Mevlutlar bitince ev yeniden sessizliğe bürünür. Salon temiz ama bomboştur. Rakel yaptığı büyük hatanın farkına varmıştır ama artık çok geçtir. Kim bilir kaç kere annesiyle birlikte kahve içme fırsatını kaçırmıştır bu salonda, kaç tane laflaşmayı bırakmıştır. Sırf bu titizliği yüzünden. Yapayalnız oturup yanına anılarını alıp.
Tek serveti bu hatıralardır artık; çünkü “Birçok gibi giden memnun ki yerinden çok seneler geçti dönen yok seferinden”….
Not: Sevgili okuyucularım, yaz dönemi geldi çattı. Bu güzel zaman diliminde bu hikayedeki kahramanımız gibi sevdiklerinizden vakit çalarak geçirmeyin yaşamınızı onun yerine onlara sıkı sıkı sarılsanız, öpücükler kondursanız o tatlı, sevecen yanaklarına. Sevginizle dövseniz onları, ilginizle şımartsanız. Bu Tanrı tarafından size bahşedilmiş dakikaların sihirini keşfedin, bol bol sevin ve sevilin. Hepinize sevdiklerinizle mis kokulu bir yaz temenni ediyorum.