Geçtiğimiz hafta içinde, 10 Haziran’da Washington’daki Holokost Müzesi’ne bir saldırı düzenlendi. Saldırıda bir güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Saldırının amacı üzerine söylenebilecek birden çok şey var, şüphesiz.
Antisemitizmin günümüzdeki şekli İsrail karşıtlığı şeklinde özetleniyor. Ancak kimse bu tanımın sınırlarını çizemiyor. İsrail’e karşı olmak nerede başlıyor, nerede bitiyor? Buna kimse açık bir yanıt veremiyor.
İsrail üzerinden Holokost’u reddetmek veya Holokost üzerinden İsrail’in varlığını tartışmaya açmak gibi bir telaş var bazı çevrelerde. Bu öncesiz ve benzersiz kıyıma değişik anlamlar yüklemek son zamanların en trendi akımları arasında.
Savaş sonrası Nürnberg mahkemelerinde kayda geçen Yahudi kurban sayısı 6 milyon… Şu sıralarda bu rakamı pazarlık konusu yapmak isteyenler çokça. Doğrudur, normal insan beyni böylesi bir vahşeti düşünmekte, kavramakta zorlanır… Ancak gerçek odur ki, savaş esnasında kâh toplama kamplarında, kâh makineli tüfeklerin ateşi altında; kâh sokak köşelerinde spot idamlarda kâh direniş içerisinde, 1,5 milyonu çocuk yaşta, 6 milyon Yahudi yaşamını yitirdi.
Yalnız Yahudiler öldürülmedi… Çingeneler de öldürüldü… Zekâ özürlüler de… Eşcinseller, komünistler, muhalifler, Polonyalı direnişçiler, Rus esirler de öldürüldüler…
Ancak Yahudiler öldürülmekle kalmadılar… Öldürülmeden önce her şeyleri ellerinden alındı.
Önce kitapları yakıldı, sinagogları, ev ve işyerleri talan edildi… Daha sonra insanlık onurlarına kast edildi. İşleri, sosyal çevreleri yok edildi. Özgürlükleri sona erdi. Gettolara kapatıldılar… Toplumdan soyutlandılar… Nihayet, sıra yarınlarına geldi. Kamplara toplandılar… İsimleri ellerinden alındı… Onlar artık birer numara idi… Bu numaralar, kollarına kazındı… Sonra ve nihayet, verebildiklerinin en fazlası ellerinden alındı… Güçleri, fizikleri, dişleri, saçları ve canları…
Avrupa’yı ve dünyayı Yahudisiz kılmak için yapıldı bunlar. İşte Holokost bundan dolayı öncesiz ve benzersizdir.
Yine geçtiğimiz hafta, Anne Frank’ın doğum günü idi. Yaşasaydı 80 yaşında olacaktı. Kim bilir, gazeteci kimliği ile ne gibi haberlere imza atacak, ne gibi konuları aydınlatacaktı. Ancak olmadı… Birçok akranı gibi, yaşam hakkı hiç de hak etmediği şekilde elinden alındı.
Ancak, Anne Frank öldürülmedi! Toplama kamplarındaki olumsuz koşullardan dolayı, hastalanarak öldü… Onun ve onun gibi aynı kaderi paylaşan birçok kurbanın doğrudan öldürülmemesi, Holokost’un anlamına bir değişiklik mi getiriyor? Suçluların suçlarında bir indirim fırsatı mı doğuruyor? O toplama kampları neden Yahudilerle doldurulmuştu? Anne Frank neden saklanmıştı onca zaman? Neden yakalanıp toplama kampına gönderilmişti?
Sabit suçu Yahudi olmaktı!
Holokost Yahudi tarihinin çok acı bir parçasıdır şüphesiz. Ancak bunu bir Yahudi dramına dönüştürmek doğru değildir… Holokost, bir insanlık trajedisidir… Bu trajediyi, ideolojik kaygılarla veya siyasi beklentilerle ucuzlatmak, gelecekte benzer olaylara çanak tutmak demektir.
Başkan Obama geçen haftaki Avrupa seyahati kapsamında Buchenwald Kampı’nı ziyaret etti. Kendisine eşlik edenler arasında, Amerikan orduları tarafından bu kamptan kurtarılan, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel de vardı.
Wiesel burada yaptığı ve geçtiğimiz hafta ŞALOM’da da yayınlanan konuşmasında şöyle dedi:
“Holokost’u hatırlamanın en önemli amacı insanların birbirlerine kızıp sırt çevirmeleri değil, birbirleriyle dayanışma içinde olmalarını sağlamaktır.”