Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken, Nietzsche’nin yazdığı mektupların yer aldığı bir kitap elime geçti. Birçok konudan söz etmesine karşın, onun en çok yalnızlıktan yakındığı tümcelerine takıldım. Ruhunu oyalayan, kaygılandıran, yücelten düşünceleri anlatabileceği bir sırdaştan, bir dosttan yoksun olması, bu düşünürün mutsuzluğunu daha çoğaltmış.
Nerde o keyifle okuduğumuz eski başyapıt mektuplar?
Sayfalar dolusu içlerini dökenler, öğüt verenler, duygu ve düşüncelerini paylaşmaya çalışanlar, yardım dileyenler... Bir sanatçının, bir düşünürün yapıtları mutlaka her şeyden önemlidir; ama onları, insan yüzleriyle mektuplarından tanıyoruz. Tutkuları, coşkuları, duygu ve düşünceleri, bu dost mektuplarında içtenlikle dile geldiği gibi, kimi zaman söylemek istedikleri satır aralarında okunabilir.
Kâğıt ve kalem, artık ne yazık ki eskiden olduğu gibi mektuplar için değil, yalnızca bir imza için buluşabiliyor!
Geçenlerde kitaplığımı karıştırırken, Nietzsche’nin yazdığı mektupların yer aldığı bir kitap elime geçti. Birçok konudan söz etmesine karşın, onun en çok yalnızlıktan yakındığı tümcelerine takıldım. Ruhunu oyalayan, kaygılandıran, yücelten düşünceleri anlatabileceği bir sırdaştan, bir dosttan yoksun olması, bu düşünürün mutsuzluğunu daha çoğaltmış. Öyle ki, bir zamanlar kendini çok yakından bağlı gördüğü o eski dostları, sanki başka başka dünyaların, farklı dilleri konuşan insanları gibi tanımlamış. Bu yüzden de mektuplarında, sürekli susmak zorunda olduğunu söylüyor. Bir dostuna şöyle yazmış:
“Ah ne olur, sana bendeki yalnızlık duygusu hakkında bir fikir verebilsem! Ne sağlar, ne ölüler arasında yakınlık hissettiğim kimse yok.”
Kız kardeşine yazdığı şu satırlar, her ne kadar Nietzsche’nin yalnızlığını ortaya koysa da, bir genelleme yaparak üstünde düşünebiliriz:
“İnsanın söyleyecekleri bu kadar çokken susmaya mahkûm olması ne feci! Ben yalnızlık için mi yaratıldım, içimi açacak bir kimseden hep yoksun kalmak için mi? İçini açamamak, gerçekte bütün yalnızlıkların en korkuncu, bütün demirden maskelerin içinde en demirden olanıdır, tam dostluksa yalnız benzerleri arasında olur.”
Benzerler!
Yalnızlık ve dostluk üstüne düşünürken, en çok bu sözcüğe takıldım.
Kuşku yok ki, benzerler deyince fiziksel bir görünümden söz etmiyoruz. Her iki insanın maddesel olanakları kadar, düşünsel ve duygusal yaklaşımlarını göz önünde bulunduruyoruz. Bir başka deyişle, bu ilişkilerin uzun ömürlü olabilmesi için, dostların eşit koşullarda birlikteliklerini sürdürmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bir varsılın bir yoksulla, bir cahilin bir bilgeyle, bir evlinin bir bekârla, bir gencin bir yaşlıyla kuracağı dostluk ilişkisi ne denli sağlıklı olacak, ne kadar sürebilecektir? Tüm ilişkiler katlanma kadar, kimi zaman sınırsız bir özveriyi de gerektiriyor. Bu yüzden dostluk, ancak benzerler arasında gelişir ve sağlamlaşır.
Nietzsche’nin sözlerine sığınarak yalnızlıktan söz etmeye çalıştık. Bu düşünür, içinde esen fırtınaları fırsat buldukça mektuplarında yansıtmış; oysa onun kadar bu duyguların baskısı altında ezilen, bir dost sıcaklığından yoksun ve bunu dile getiremeyen o denli çok insan var ki!..
Bu baskının, bireysel etkileri kadar, toplum ilişkilerindeki yansımalarının da olumlu olamayacağını söyleyebiliriz.