İsrail Madonna konserine hazirlaniyor. Hasidler Yeruşalayim/Kudüs'te laiklere öfke kusuyorlar. El ele dolasan Etyopyalı delikanli ile Rus sarisin kızı yeni Israil'i haber veriyor. El-Halil'e sukunet, Mea Searim'e ise dunyadan kopuk, ama mutlu bir din hayatı hakim. Bazen gozlerime inanamadim... Gecen hafta oralardaydım...
Yeruşalayim / Kudüs’ün meşhur Jaffa kapısının önünde, gecenin bir saatinde sohbet eden Arap gençlerle İsrailli askerler neyi konuşurlar sizce? Sormadım, çünkü doğal olmasını istediğiniz bir meseleyi kurcalar mısınız?
Tel Aviv’de el ele dolaşan Etiyopyalı gençle sarışın Rus kızının oluşturduğu yeni İsrail resmine ne dersiniz?
İsrailoğullarının en büyük peygamberlerinden Avram ve Yitshak’ın mezarlarının bulunduğu ve Filistinlilerin kontrolü altındaki El Halil’de sorunsuz gezerken tedirginliği en az seviyede hissetmek normalleşme sinyalleri midir?
Yoksa, fırtına öncesi sessizliği midir? Freud’un ‘barış zamanı yoktur, iki savaş arası dinlenme vardır’ teorisinin yansıması mıdır?..
* * *
Geçtiğimiz hafta oralardaydım. Ufuk turuna çıktım...
Ve gördüm ki, siyasiler ve ‘şeytan’ ne yaparsa yapsın hayat o sancılı topraklarda olumlu yönde ilerliyor.
O kadar olumlu yönde gidiyor ki, ‘ne oluyoruz?’ diyen kimi Batılılar bölgeye gelip Filistinlileri ‘duvar protestosu’na çağırıyorlar. Ama çoğu Filistinlilerin derdi iş, aş ve çocuklarının geleceği!
Lâkin, eminim, Filistin halkı bir gün hepten uyanacak, masumiyetini yitiren her iki tarafa da ‘artık adam gibi yaşamak istiyorum’ diyecek. Çünkü, hayat hızla akıp geçiyor onların da üzerlerinden.
Filistin bölgesi hâlâ yoksul. Çocuklar hep sokaklarda başıboş ve amaçsız geziyorlar ve biliyorlar ki, o duvarın ötesindeki çocuklar bambaşka bir hayata sahipler. Tek suçlu o duvar ötesi çocukların devletinin yöneticileri mi? Kendi liderlerini de sorgulayabildikleri zaman, o çocukların çocukları “duvar ötesi hayata” kavuşacaklar ancak...
* * *
Golan Tepeleri’ndeydim. 1967’den beri İsrail’in elinde tuttuğu verimli topraklardayım. Tepeden aşağıya bakıyorsunuz ve alabildiğine geniş ve zengin İsrail topraklarını görüyorsunuz. Rehberim şöyle buyuruyor: “Golan’ı geri verirsek, Suriyeliler anında tepeden aşağıya bomba yağdıracaklar, aynen 1967 öncesi olduğu gibi.” Yani, güven sıfır. İnsan, ‘öteki’ne hiç güvenmiyor.
Golan’ın toprağa siyah ve üzümün yetişmesi için çok verimli bir toprak. İsrail burada çok sayıda üzüm bağları kurmuş, şarap sanayii çok ilerlemiş.
Ama, barış yok! Şaraplar ne zaman gönül rahatlığı ile Kiduş dualarına eşlik edecek?
Hayat geçiyor beyler! Sonunda gidilecek yer hepimiz için aynı. Sesimizi duyun lütfen...
* * *
Yeruşalayim’deyim bu kez. İşyerlerin çoğunda Araplar çalışıyor. Ertesi gün ne yapacaklarını düşünmeyen bir dünya vatandaşı olmanın iyimserliğini taşıyorlar.
Yoksa “rüya” mı görüyorum?
Dini eğitim yapan bir İsrail okulunun komşu binasından türbanlı kızlar ile Arap gençler çıkıyor.
Yahudi - Arap yanyana yaşıyor bu ‘kutsal’ şehirde.
Formülünü soruyorum bu güzelliğin. “Birbirimizi tanıdıkça güven duygusu gelişiyor” diyor bir İsrailli. Lâkin formül bugün işliyor. Yarın birileri resimden rahatsızlık duyup tabuların yıkılmasını, ezberlerin bozulmasını engelleyecektir muhtemelen...
* * *
Yahudilerin, dini en uç noktalarda yaşadıkları Mea Şearim’deydim bu sefer de, Şabat gece yarısını geçtikten sonra. Bir ‘tish’ partisine katılıyorum. Tish, Hasidik Yahudileri’nin, önderleri olan hahamlarıyla beraber yemek yedikten sonra Tevrat tekstlerini şarkılar, dualar eşliğinde adeta bir zikir ayini formatında yorumladıkları bir geceyarısı toplantısı. 1000 kişilik sinagogda, tek bir karşı cins yok. Sanki Tanrı kadını yaratmamış...
Tabiyetiyle hem kıyafet, hem de düşünce anlamında uzaylı gibiyim onların arasında ama lüleli saçlarını kürk şapkayla kapatan, beyaz gömleklerini uzun siyah/kahverengi/bej renkli uzun ince paltolarla örten, beyaz uzun çorap giyenlerden kimse benle ilgilenmiyor bile. Zira karşılıklı tribünlerde ayakta duran Hasidler orta yerde masada oturan önderlerine ve yardımcılarına dönmüş vaziyette sürekli şarkı söyleyip sallanıyor, haykırıyor, elleri ve kollarıyla hareketler yaparken kendilerinden geçmiş bir vaziyette adeta zikir çekiyorlar.
İlginç, ama yalnız bir dünya benim için.
Ya onlar için? Yaratıcılıklarını, üretkenliklerini yitirseler de bence kendilerini yalnız hissetmiyorlar. Çünkü koşulsuz, sualsiz inanıyorlar ve itaat ediyorlar. Hayat onlar için sadece kendi yaşadıkları yerde, kendi inandıklarıyla geçiyor. Ve belki de salt böyle yaşadıkları için mutlu görünüyorlar, çoğumuzun aksine...
* * *
Kısa “hayat teneffüsüm” Tel Aviv’de bitiyor. Burada, insanlar daha alımlı, daha güzel. Rusya ve Ukrayna’dan gelen bir milyon kişi estetik çıtayı yükseltmiş deniz şehrinde.
Etiyopyalı delikanlı ile Rus sevgilisi ele ele tutuşup, başkalaşan İsrail’i haber veriyorlar cümle aleme...
* * *
Almanca’da çok takdir ettiğim bir kelime var: “Schadenfreude.”
“Başkalarının üzüntüsünden sevinç duyma hali”.
Bu bölge dahil, her yerde bu kelimenin kullanılmadığı günleri umut etmek gerek.
İnsanlık borcudur, Schadenfreude’siz gelecek...