Tek bir fotoğraf

Köşe Yazısı
14 Ekim 2009 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Bir bebeğin dünyaya geldikten hemen sonra resmini çeken fazla fotoğrafçı yok. Anımsıyorum da dört yıl önce bir torunum oldu.  Dünyamıza buyur edildikten yirmi dakika sonra hemşire hanım camın ardından bize konuğumuzu gösterdi O anda içimden geçmişti. Bir resmi çekilse ne iyi olur!.  Cep telefonu ile buna teşebbüs etmek o ahvalde pek de yakışık almayabilirdi.

Yirmi dakika sonra, gözleri yumulu, yüzü kırışık kırışık, teni buruşuk buruşuk. çırıl çıplak…Minik elleri sımsıkı kapalı, Hacminden umulmayacak bir sesle nasıl da –ortalığı velveleye vererek - ağlıyordu. O anı bir kâğıt üzerinde sabitleştirmek keyfine doyum olmayacak bir görsel sanat olurdu.

Geçen ay Viyana’ya dört gün için gitmiştim. Bir müzeyi gezdim. Galerilerden birirni fotoğrafa ayırmışlardı Muhtelif sanatçının otuz kadar yapıtı. Bir tek bebek fotoğrafı vardı. Otuzda bir.

İstanbul’da da Ara Güler’in , Ersin Alok’un,İzzet Keribar’ın ve daha adlarını şu anda hatırlayamadığım  sanatçıların sergilerini gezerim, kitaplarına bakarım.  Biri birinden değerli yapıtlar ancak doğum sonrasını ve başkahramanlar bebeği ve anneyi hemen görüntülemiş yorumlara pek rastlayamadım.

 Şüphesiz bunun olumsuz bir rastlantı olduğunu düşünmek de mümkün.

Nuray Uysal’ı  konuya verdiği dikkat için kutluyorum. Bir fotoğraf sever olarak paylaşmak istedim.

Bu sanatın salt izleyici olarak değil de yorumcu olarak da tadına baktım ve çok sevdim.  1965 yılında Erzincan’da yedek subay olarak askeri görevimi ifa ederken fotoğrafçılıkla tanıştım. Birinci dünya harbi yapıtı Retina marka bir camera ile çektiğim resimleri arkadaşım Müfit Alişan ile tab ettik, büyüttük. Müfid’in hangi mekânda ise mutlaka kulakları çınlıyordur. Fizik mühendisi idi ve kitaplar okuyarak tab etmeyi çözmüştük. Karanlık odada çalışmaktan aldığımız keyif büyüktü. Çabamız müsbet netice de verdi. Terhiz olmadan önce bir fotoğraf sergisi açtık şehr-i Erzincan’ın Ordu Evinde.  Lise öğrencileri sınıf sınıf gezdiler sergimizi. Halktan da çok övücü sözler okşadı kulaklarımızı.

Geçen hafta e mailime bir resim düştü. Şafak vaktini yorumluyordu sanki. Güneş batmıştı ancak aydınlık devam ediyordu. Ufukta kızıllık hükmünü sürdürüyordu.Belki de güneş daha doğmamıştı ve sabah aydınlığı idi gözleri okşayan renk.

Güneş doğarken de batarken de kendisine bakanları selamlar ve de içtenlikle gülümser.    

Ne kadar da güzeldi görünen ve daha da güzel olan bundan zevk alabilmekti. Doğuşu ve batışı algılayabilmekti. Doğum ve ölüm gibi… Gelmek ve gidici  olmak gibi.

O tek fotoğrafta bunların hepsi vardı.