“Beni sadece sevgi ilgilendirir ve sadece sevdiğim şeylerle ilişki halindeyim” diyen 20. yüzyılın en ünlü ressamlarından Marc Chagall’in bu sözlerini okuduğumda kısa süre önce yitirdiğimiz yazarımız Erol Güney’i anımsadım. Güney, otobiyografisi yayınlandıktan sonra kendisiyle yapılan bir söyleşiyi şöyle yanıtlamıştı: “Bu uzun ve dolu dolu hayattan çıkardığınız anafikir nedir?”“Sevmek; çünkü bu uzun hayatımda yaşamın, sevgi olmadan anlamsız olduğunu, öğrendim.” Aslında hepimizin bildiği gibi yaşamdaki anahtar sözcük: Sevgi. Keşke gerektiğinde yeteri kadar kullanılabilse…
* * *
Geçtiğimiz perşembe günü Pera Müzesi’nde açılan ‘Chagall: Yaşam ve Aşk’ sergisinden birkaç gün önce Müze Müdürü M. Özalp Birol’dan bir e-posta aldım. Sergi tarihini hatırlatan çok nazik bir mesajdı. Özalp Bey’le geçen sene tanışmış, birkaç vesile ile de yazışmıştık. Müzenin halkla ilişkilerinin çok etkili olduğunu ayrıca vurgulamalıyım.
Açılış gününe kadar sergide izleyeceğim tabloların hayaliyle yaşadım. Her nedense, Chagall denince zihinlerde yerleşmiş belli görüntüler vardır. Sanatçının doğup büyüdüğü Vitebsk köyünde havada uçuşan Chagall ve Bella; gene havada asılı duran köyün keçisi veya horozu; çarpıcı renkler; karla kaplı damlar, yollar v.s. Anlayacağınız, 160 desen yerine 160 tabloya şartlandırmıştım kendimi. Oysa, basın bülteninde de belirtilmişti desen ağırlıklı bir sergi olacağı. Gerçekten de Kudüs’teki İsrail Müzesi’nden Pera Müzesi’ne özel olarak tasarlanan sergi sanatçının daha az bilinen yönleriyle tanıtan bir koleksiyon. Sergi öncesi M. Özalp Birol, basına yaptığı açıklamalarda bu bilgiyi verdi. Keşke akşam açılış öncesi bu toplantıya katılmış olsaydım. O zaman sergiye belki farklı bir gözle bakacaktım.
Pera Müzesi’ne girmek bir keyif. Açılış gecesinde bulunmak, seçkin bir davetli kitlesiyle üç kata yayılan sergiyi dolaşmak ayrı bir keyif. Ancak, her zaman yaptığım gibi, sergiyi bir kez daha gezeceğim. Zira sosyal bir etkinliğe dönüşen açılışlarda dostlarla selamlaşıp ayaküstü sohbet ederken izlemediğiniz veya gerektiği gibi dikkatinizi vermediğiniz birçok yapıt oluyor.
Hatırlatmakta yarar gördüğüm bir ayrıntı; katların birinde gösterilen filmi izlemeyi sakın ihmal etmeyin; en az sergi kadar ilginç. Bu arada sergi öncesinde izlemeyi hayal ettiğim tablolar Nice’te Chagall Müzesi’nde sanatseverleri bekliyor. İlgileniyorsanız, bilginize…
***
Nişantaşı’ndan Tepebaşı’na, saat 19.00’daki bir açılışa zamanında yetişebilmek için ne kadar önceden evden çıkarsınız? Geçtiğimiz perşembe gecesi Chagall sergisinin açılışına gitmek için, 18:15’te evden çıktık. Tam bir saat, on beş dakika önce. Park etme sıkıntısı yaşamayalım diye taksiye bindik. Olabilecek her tür kestirme yolu kullandık, gene de kırmızı ve sarı renk farlardan oluşan araba kuyruklarından kurtulamadık. Kitlendik kaldık. Ne ileri, ne geri. Şoförün söylenmesine mi kızayım, gideceğim yere bir türlü ulaşamadağımıza mı? Tepebaşı ışıklarına geldiğimizde, şoför, ‘Yürüyerek giderseniz daha çabuk varırsınız’ dedi. Öyle de yaptık. Kısacası, İstanbul trafiği artık günün her saatinde bir kâbus.
* * *
İstanbul Valisi Muammer Güler, 29 Ekim’in ardından 30 Ekim’de de, domuz gribi dolayısıyla, dezenfekte için okulların bir gün tatil edileceğini açıkladı. Sağlık çok önemli. Salgın da tabii ki, üzücü. Öte yandan okulların bir gün tatil edilmesiyle bir o kadar servis aracı trafiğe çıkmayacak. Belki birgün nefes alırız. Bu aralar trafik gerçek bir keşmekeş. Keşke Vali Güler, buna da bir çare bulabilse…