Şalom’un depoları yıllardır birikmiş arşiv niteliği taşıyan gazete balyaları ve satılmayı bekleyen onlarca kitapla doludur. Bunların yanısıra sahibini bekleyen emanet eşyalar da eksik olmaz. Tıpkı geçen sene gazetemize gelen Hırvat ressam Tony Franoviç’in rica minnet depomuza on beş gün için tablolarını bıraktığı üzere.
* * *
Depodaki emanet eşyalar bana çocukluğumu anımsatır. Ailelerin birarada yaşadığı dönemlerdi. Yazlığa gittiğimiz dört katlı ahşap köşk anneannemle ikiz kardeşine aitti. Yaşam çocuklar için cennet, annelerimiz için kâbus, büyükanneler için ise disiplin demekti. Evin her odasına girilmezdi. Tabii oraları da bizim için daha gizemli olurdu. Bu odalardan biri ‘şirvane’ adıyla bilinen bir depoydu. İçinde kullanılmayan eşyalar haricinde, emanet eşyalar bulunurdu. Hepsi de bavulumsu kasaların içindeydi. Bunların hikâyesi bize efsane gibi gelirdi. Hayatta olmayan büyükbabanın, gene terk-i diyar etmiş bir akrabasının İstanbul’dan geçerken bıraktığı yemek takımı gibi... Çocuktum, büyüdüm, emanetler hâlâ aynı yerdeydi. Dokunulmazlıkları vardı. Zaman geçti, ev satıldı. Yeni ev sahibi, evi eşyalarıyla aldı. Tabii, depodaki emanetlerle birlikte...
* * *
Tony Franoviç geçen gün aniden çıkageldi. Koltuğunun altında kocaman bir torba. Önce kara kalem çizimlerini yaptığı defteri çıkardı; içinden bir sayfa seçti bu Şalom’a uyar, dedi ve uzattı. Ardından bir tomar davetiyeyi girişteki masaya bıraktı. Davetiyeler, Enka Sanat Galerisi’nde açacağı sergiye aitti. Ve soluğu Anet Pase’nin odasında aldı. ‘Resimlerim nerede’ diye sordu gülerek. Anet kızgınlığını belli etmemeye çalışan ‘Siz neredesiniz, 15 gün dediniz, dokuz aydır yoksunuz...’ Franoviç’in sanatçı duyarlılığı ve cana yakın sohbeti ile iş tatlıya bağlandı. Ne de olsa emanete ihanet olmaz.
Tony Franoviç hem ressam, hem heykeltraş, hem de Hırvatistan’da Dubrovnik Yahudi Cemaati’nde oldukça etkin bir kişi. Enka Sanat Galerisi’nde sergi açması bir tesadüf değil. Ülkesinde birçok politikacının yanısıra Cumhurbaşkanı’nın da portresini yapmış. Ardından Cumhurbaşkanının dostu olan Şarık Tara’nın da portresini yapmış. Ve böylelikle İstanbul’da sanat çevreleriyle tanışmış.
Franoviç’in annesi Dubrovnik’teki Yahudi okulunun kurucusu. Cemaat nasıl, diye sorduğumda, inişler ve çıkışlar var, diyor. Sanatçının hazırladığı katalogu gördüm. Gerçekten mükemmel. Hem bir renk patlamasını, hem de huzuru izlemek istiyorsanız, mutlaka Enka’ya gidin.
* * *
Her 29 Ekim’de evlerde kaloriferler yanar. Hiç şaşmaz. Bir hafta öncesi kısa kollularla kaldırımları işgal eden cafeler dolup taşarken bir hafta sonra kimileri evlerine kapandı, kimileri de AVM’leri istila etti. Cafeler derseniz, dış mekânlarında ıslak kediler nöbet tutuyor; içerileri ise, yarı yarıya boş. Sigara içme yasağının ciddiye alındığı günümüzde, her yerin tıka basa dolu olduğu söylenemez. Nitekim, sokak sobaları satışında inanılmaz bir patlama yaşanıyor. Hayat bu, bir sektör kapanır, başka bir sektör açılır. Cadde üstünde kaldırımın oldukça geniş bir bölümünü kaplayan cafeler, mekânlarını bu sobalarla donatmışlar. Garsonlar masaların arasından zor geçiyor. Müşteriler palto, atkı ve müessesenin verdiği polar şallarla bir ellerinde çay bardağı diğer ellerinde sigara ile oturuyorlar. Gerçi bu görüntü Paris’in cafelerinde yıllardır var. Bizde ise herşey aniden tepeden gelir ve sonuçta hazımsızlık yaratır. Neyse, herkesi aynı anda memnun etmek olası değil. Artık kimileri paltosunu asıp sıcacık bir mekânda frambuazlı pastasını yiyecek kimileri de atkı, palto, eldiven üçlüsüyle dışarda oturup sigarasını içecek. Bu kışın ‘trend’i böyle.