Claude Lévi-Strauss’un veda çığlığı

Güncel gelişmeleri yorumlamaktan acı duyuyorum. Herkesin her konuda ahkâm kestiği bir ortamda ben susma hakkımı kullanıyorum. Ve geçtiğimiz hafta bizi terkeden 101 yaşında dünya devi bir düşünürün bizlere neler bıraktığına ve son çığlığına kulak veriyorum. Sessiz, sitemsiz…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Kasım 2009 Çarşamba

Her insana 100 yıl yaşamak nasip olmuyor. Bir insan düşünün ki neredeyse tam 80 yılını insanı, toplumları, kültürleri ve doğayı öğrenmeye ve araştırmaya adasın. Ve sonra 100. yaş gününde tartışmasız yüzyılın düşünürü seçilsin. Ve tam 101. yaşına gireceği ay dünyayı terketsin.

Claude Lévi-Strauss’dan bahsediyorum. Geçtiğimiz hafta sessiz sedasız tam da karakterine uygun bir şekilde hayata elveda dedi. Avrupa’nın 25 ülkesi, onun 100. yaşını kutladığında, “101. yaşınızı da kutlayacak mısınız?” sorusuna “Bu kadar yaşlı olduğum için üzülüyorum; çünkü bu kadar fazla yaşamanın anlamı yok” demişti en son vereceği röportajda.

Başka önemli mesajlar da vermişti o gün. Aslında kimimizin biraz da anlayıp görmezden geldiği felâketten bahsetmişti. “Çok üzülüyorum, insanoğlu doğayı yok ediyor. Çok önemli doğa türleri yok oluyor. Ve en önemlisi ise, bu gitmekte olduğum dünyada insan öyle bir sistem yaratmış ki, adeta kendini zehirliyor. Bu dünya artık benim sevdiğim bir dünya değil…”

***

Claude Lévi-Strauss boşuna yüzyılın düşünürü seçilmedi tüm dünyada. İnsanı, toplumu ve kültürleri konu edinen sosyolojinin türevi antropoloji ve etnolojinin babası olarak kabul ediliyor. Strauss, farklı kültürleri karşılaştırarak insanı tanıma yoluna gitmiş ve kimi zaman varoluşçuları kızdıracak kadar farklı bir varlık teorisi geliştirmişti.

1908’de, Versailles hahamının torunu ve ünlü bir portre ressamı babanın oğlu olarak dünyaya gelmişti Belçika’da. Ve en büyük özelliği küçük yaştan beri Yahudilik objeleri koleksiyonuna sahip olmasıydı. Ama neredeyse 101 yıllık yaşamında bunun dışında Yahudi kültürü adına neredeyse hiç bir ilgi odağına sahip olmayacaktı.

Çağdaşı ve ünlü ‘öteki’ kavramının sahibi olan Emmanuel Levinas ile bu nedenle arası pek iyi olmayacaktı. Levinas ne kadar Yahudilik ile ilgiliyse, Lévi-Strauss da o denli kendini ateist ve sonraları garip bir terminoloji sayılabilecek ‘sağcı anarşist” olarak tanımlayacaktı.

İki dünya savaşı görecekti doğal olarak. Birincisinde 10 yaşındaydı ve babasının savaştan dönmesini bekleyecek ve akabinde insanı tanıma yolculuğuna çıkacaktı.

1934’te antropoloji çalışmalarını bizzat ‘alan’da yapmak üzere Brezilya’ya Amazon Ormanları’na gitmiş ve Caduveo ve Boroso kabileleriyle birlikte 4 yılını oralarda geçirmişti. Sonrasında bilime altın harflerle geçecek ve çok tartışma yaratacak, ilkellik ve çağdaşlık normlarının göreceli olduğu, fikrini öne sürecekti.

Lévi Strauss, değişik toplumları ve kültürleri, kendi anlam dünyası içinde, kendi yapıları içinde (yapısalcılık) anlamaya ve açıklamaya çalıştı. Her bir farklı kültürün birbirinden ne kadar farklı ve uzakta olsa da, aynı güce ve saygınlığa sahip olduğunu çünkü ortak edebi, musiki ve mitolojik unsurlar taşıdıklarını savladı. Bundan yola çıkarak, evrimcileri kızdıracak kadar, “ancak güçlü kültürler ayakta kalır” teorisine de sırt çevirerek tek kültürlülüğe savaş açtı.

2. Dünya Savaşı öncesi Almanlara yakalanmadan ABD’ye kaçtı ve 8 sene sonra memleketi Fransa’ya daha da özgür bir konumda geri döndü.

1955’te, Amazon bölgesinde elde ettiği müthiş deneyimlerini bugün başyapıt sayılan, “Hüzünlü Dönenceler” adlı yarı belgesel romana aktarır ve dünya çapında ünlenir.

Lévi-Strauss için, modern dünyada kurtarılması gereken, çeşitlilik ve diğerine saygı duygusuydu. Şöyle demişti 1980’lerde: “Uç veren buğdaya kulak kabartmak, gizli kalmış potansiyelleri yüreklendirmek, tarihin saklı tuttuğu tüm birarada yaşama eğilimlerini dürtüklemek ve yeni toplumsal ifade biçimlerini, aşağılamadan, karşı çıkmadan karşılamaya hazır olmak gerek”

Belki de en anlaşılmaz sözü de şu olacaktı:

“Bir yemeğin pişmesi aslında doğa ve toplum, hayat ve ölüm, cennet ve dünya arasında bulunan bir çeşit arabuluculuk gibidir…”

Ama ben yine de, “İnsanoğlunun kendini zehirlediği bir dünyada yaşıyoruz”çığlığını herkese bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Lévi-Strauss gitmeden az önce hepimizi sertçe uyandırıyor.

Bu sesi, bu alarm zilini duyan var mı?

Tren kalkmak üzere...

Güle güle büyük düşünür Lévi-Strauss...