Ocak 2001’de Foreign Policy (Türkiye) dergisindeki makalede şunları yazmışım: “Avrupa Birliği’ne dahil bir Türkiye hem bölgedeki istikrar kaynağının t
Öngördüğümüz misyonun şimdiden üstlenildiğine şahit oluyoruz. 1945 sonrasında ve 2005 yılına kadar Batı’nın dış politikasını sadakatle izleyen ve ‘hür dünya’ tabir edilen komünist karşıtı dünyanın peyklerinden biri olan Türkiye’nin hükümeti artık diğer taraflara, değişik bağlarla bağlı olduğu ülke ve topluluklara yönelik bir varlık sergiliyor. Bunu yaparken geleneksel ortaklarını kâh şaşırtıyor, kâh kızdırıyor. Tartışmayı bir çerçeveye oturtmak önemli.
ÜSLÛPTA SORUN, VİZYONDA EKSİK VAR
Mesele herhalde şurada: Hükümet, tarihî, dinî ve coğrafî hısımlarımızla kurmakta olduğu çoğu ilişkiyi doğal olarak önce bu ortak değerler vasıtasıyla kuruyor. Ama soydaşlık, dindaşlık ve komşuluk durumundan doğan bu ilişkiler şimdilik sadece bu parametrelerle yürüyor. Gereken, bu ilk ilişkiyi üst ilkelerle donatarak demokratik bir ölçeğe oturtabilmek. Bugüne kadar ‘doğu açılımları’nda şahit olduğumuz sayısız üslup hatası muht
Yahudi soykırımı inkârcısı Ahmedinecad’ın aynı vesileyle İstanbul’a gelecek olması, Başbakan’ın 2006’da verdiği hükümde ısrar etmesi, inkârını ‘Müslüman soykırım yapmaz’ gibi saçma bir gerekçeye dayandırması (AIDS ilk çıktığında ‘AIDS Müslüman’a bulaşmaz’ denirdi), İKÖ’nün Türk vatandaşı Genel Sekreteri’nin El-Beşir’i aklamaya teşebbüs ederken sorumluluğuna ve makamına hiç yakışmayan ‘mahkeme kararı yok ki’ deyivermesi bu algıyı katlamış oldu.
Sonuçta bu kamusal iletişim kâbusu bir kamu diplomasisi faciasına dönüştü. Hükümetleri geçtim, esas Afrika, ABD ve Avrupa’daki insan hakları savunucusu sivil toplum örgütleri – ki Güney Afrika’nın El-Beşir konusundaki muğlâk tutumunu dahi değiştirtmeyi başardı bunlar – Türkiye’yi fevkalade menfî bir yere yerleştiriverdiler. Nitekim öldürülenler zencî Müslüman olduğundan Türk yetkililerin vurdumduymazlığı ırkçılık olarak kabul gördü. Bu tahribat devletlerin çemkirmelerinden çok daha vahimdir.
Genel itibariyle Başbakan’ın sert ve meydan okuyan üslubu, başta Fransız hükümeti olmak üzere Batı’da, Türkiye’nin doğululaşmasının kanıtları olarak algılanıyor. El-Beşir, Hamas, İran, Suriye, karikatür krizi, NATO Genel Sekreteri seçimi konularındaki karşılıklı polemik ‘Türkiye İslâm’ın temsilcisi olarak AB’de yeri alamaz’ raddesine kadar getirildi. Hâlbuki bu ihtilâfların çoğunda hükümet özde haklıydı.
Keza üzerinde daha çok durulacağa benzeyen İsrail gerginliğinde resmî tepki, uluslararası camiaya mal olmuş ve Tsahal’in Ocak ayında Gazze’de en azından savaş suçu işlediğini tescil eden Goldstone raporu yerine oradaki dindaşlar ve kimi zaman da Yahudi düşmanlığı üzerine bina ediliyor. Hâlbuki savunulması gereken “Müslüman insan hakları’ değil her insan hakkı. Türkiye çıktığı doğu yolculuğunda, ancak böyle bir üslup ve yaklaşımla inandırıcı olur, hem oralarda hem de batıda.
BATI ÜZERİNDEN DOĞUYA
Bugün Türkiye, unuttuğu, tahrif ettiği doğulu yüzünü keşfediyor, hafıza tazeliyor, kurumlarını elden geçiriyor, zira batılılaştırıldığından bu yana ve cumhuriyetin kurucu efsaneleriyle birlikte uğradığı hafıza kaybının boyutları muazzam. Ama bu süreç, farklı bir yöne doğru evrilmek demek değil, zira bugüne dek zorla yapılan güzellikler, ister Batılılaştırma olsun ister Doğululaştırma yani Müslümanlaştırma ve Ortadoğululaştırma, kalıcı olamadı. Bundan sonra ise artık hiç olmaz. Bu gerçeği AKP karşıtları kadar AKP’nin de görmesi gerekiyor. Bu bağlamda ‘Doğu’ya mı? Batı’ya mı?’ polemiğinin bir anlamı kalmıyor.
Türkiye bir anlamda Batı’nın ana damarı AB süreciyle Doğu’ya dönüyor, ancak doğulu gibi değil, batıyla harmanlanmış bir doğulu olarak. Bu politikalarda t
Galatasaray Lisesi mezunu olan Cengiz Aktar eğitimine daha sonra Sorbonne Üniversitesi’nde devam etti. İktisat alanında doktora yapan Aktar, 1989 -1994 seneleri arasında Birleşmiş Milletler’in çalışmalarının için yer aldı ve Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları konusunda biçimlenen hükümetler arası danışma kurulunun ikinci başkanı olarak görevlerde bulundu. 1994 - 1999 seneleri arasında ise Birleşmiş Milletler’in Slovenya Temsilciliği görevini üstlendi. Şu anda Bahçeşehir Üniversitesi Avrupa Birliği Bölüm Başkanlığı’nı yürüten Aktar’ın, AB üzerine birçok makale ve kitabı yayınlandı.