Demokrasi demokrasiden vazgeçmesin…

Çağımız demokrasinin yayılma çağıdır. Günümüzde medeniyet, bölge, din ayırımı olmaksızın bu rejimin her coğrafyada varlığını sürdürdüğünü, hatta ekonomik gelişmişlik düzeyinin dahi belirleyici bir unsur olmadığını görüyoruz.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
18 Kasım 2009 Çarşamba

Soğuk Savaş’ın simgesi, Batı ile Doğu Almanya’yı ayıran ve reel sosyalist rejimlerin bitişini de temsil eden ‘Utanç Duvarı’nın yıkılışının 20. yıldönümü kısa bir süre önce Berlin’de bir dizi etkinlikle kutlandı.

Lise yıllarımdı, anımsıyorum; onuncu sınıftaydım ve aramızdan bir arkadaşımız Karl Marxın ‘Kapital’ adlı kitabını bizlere büyük bir cesaret örneği olarak gösterdiğinde nerdeyse hepimizin ya korkudan, ya da meraktan dudağımız uçuklamıştı.

Komünizmin bir ‘umacı’ olarak gösterildiği o yıllarda Marx’ın kitabını bulundurmak başlı başına ‘Vatan Aleyhine Cürümler’ başlığını taşıyan eski Türk Ceza Kanunu’nun 141-142. maddeleri uyarınca yargılanıp yıllarca hapishanelerde ömrünüzü geçirmenize yetebilirdi. (Yürürlükten kalkan eski Türk Ceza Kanunu’nun Mussolininin faşist iktidarı zamanında hazırlanan İtalyan Ceza Kanunu’ndan örnek alındığını hatırlatalım).

1818 yılında yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen filozof ve ekonomist Karl Marx yazılarında Yahudilik ve Hıristiyanlığı sosyal özgürleşmeyi engellediği yönünde ağır bir şekilde eleştirir. Ona göre düzenin alt yapısını ekonomik ilişkiler oluşturmakta din, kültür gibi öğeler ise bu alt yapının bir yansıması olarak şekillenmektedir.

Kapital okunması ve anlaşılması çok zor bir kitap… En basit anlatımıyla tez (feodalizm), antitez (burjuvazi), sentez (işçi sınıfı) mantığından hareketle dünya tarihini, sınıf savaşlarının tarihi olarak gören Marx, Genco Erkal’ın sahneye koyup canlandırdığı oyunda olduğu gibi, çağımızda yaşasaydı, küreselleşmeyi ve liberalizmi acımasızca eleştirir, yine de Sovyetler Birliği ve diğer demir perde ülkelerindeki totaliter uygulamalar karşısında ‘benim amacım bu değildi’ derdi.

Berlin Duvarının ve komünizmin çökmesi ile liberalizm dünyada tek geçerli sistem olarak varlığını tescil ettirdi ve bu dönüşüm demokrasinin de yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Bazı rakamsal verilere göz atalım:

1948 yılında dünyada mevcut devletlerin sayısı 72 iken bunlardan sadece 20’si demokrasi ile yönetilmekteydi. Günümüzde ise 192 ülkenin 121’inde demokratik rejimler varlığını sürdürmektedir ve bu belirgin artış özellikle son 35 yıl içerisinde oluşmuştur. Devletlerin % 73’ü ve dünyada yaşayan 7,5 milyar insanın % 50’si demokrasi ile yönetilmektedir. Çağımız demokrasinin yayılma çağıdır.

1950’li yıllarda demokrasinin sadece Avrupa, Kuzey Amerika kıtalarında, İngiliz sömürgesi olan ve bağımsızlıklarını kazanmış ülkelerde uygulanan bir sistem olduğu saptanırken günümüzde medeniyet, bölge, din ayırımı olmaksızın bu rejimin her coğrafyada varlığını sürdürdüğünü, hatta ekonomik gelişmişlik düzeyinin belirleyici bir unsur olmadığını, Gana, Mali gibi Afrika devletlerinin de bu yönetim tarzını yeğlediklerini ve artılarından yararlandıklarını görüyoruz.

Peki demokrasi nedir? Yunanca ‘demos’ halk, ‘kratos’ iktidar anlamına gelir. Günümüzde demokrasiyi; temel direğini özgürlüklerin oluşturduğu, özgür seçimler sonucu belirlenen iktidarın ülkeyi yönettiği bir rejim olarak tanımlayabiliriz.

Peki, bölgemizde halkın % 90’nın oyları ile seçimi kazanan Hüsnü Mübarek’in devlet başkanı olduğu bir Mısır veya İran gibi ülkelerde demokrasinin varlığından söz edilebilir mi? Dünya Bankası’nın uluslararası parametrelerine göre Ortadoğu’da demokrasinin egemen olduğu iki ülkeden biri Türkiye, diğeri İsrail’dir.

Dayatma oylarla iktidarın belirlendiği veya özgürlüklerin yok sayıldığı yönetimlerde demokrasiden söz edilemeyeceği açıktır. Kaldı ki, demokratik yoldan seçilerek yönetimi ele geçiren diktatörler de tarih sahnesinde mevcuttur. Bunun en belirgin örnekleri Hitler ve Venezuela Başkanı Chavez’dir.

Demokrasiler kusursuz değildir, her demokratik rejimde insan haklarına gereken saygının gösterildiği söylenemez. Ancak demokrasi yine de yönetim şekilleri içinde en az kusurlu olanıdır. Esas tehlike, demokrasinin demokrasiden vazgeçmesi, çoğunluk iradesini diktatörlüğe dönüştürme eğilimlerinin ortaya çıkmasıdır. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı deneyim hiçbir zaman unutulmamalıdır.

 

LİMMUD HAKKINDA

Beşincisi düzenlenen Limmud etkinlikleri bu yıl da gazetemizde oldukça geniş bir şekilde yansıtıldı. Pek çok yazarımız görüş ve izlenimlerini aktardılar. Pek çok yazarımız da – Moris Levi, Haymi Behar, Marsel Russo, Rubi Asa, Selin Saylağ Ers, Viktor Apalaçi, Rina Eskenazi  ve geçmiş dönem sayfa yönetmenlerimizden Liz Behmoaras, Cem Karako  katılımcı olarak daha etkin görevler aldılar.

Bu katıldığım ilk Limmud oldu. Niye diye sorarsanız hiçbir nedeni yok diyeceğim veya çok basit bir nedeni var: Gazetemizin yayın koordinatörlüğünü üstlendiğim uzun yıllar boyunca benimki belki bilinçsiz olarak ‘her yerde hazır ve nazır olma’ haleti ruhiyesine doğal bir karşı koyuştu ve en azından hafta sonu bir soluklanma gereksiniminden kaynaklanmaktaydı.

Şimdi yanıldığımı anlıyor ve ne yapıp edip yılda bir kez bu havanın teneffüs edilmesinin zorunluluğuna inanıyorum.

Bir etkinliği başlatmak ne kadar zor ise, onu sürdürmek daha da zordur. Bunu geniş bir ekip, her türlü özveri ile her yıl daha başarılı bir şekilde gerçekleştirmektedir. Gelecek yıllarda da hep Limmud festivaline katılmayı umut ediyorum.