Tarihimize sahip çıkıyor muyuz?
Bu sorunun yanıtı Anadolu’nun tarihi doğal güzelliklerinin var olduğu bölgelerde yaşayan çocuklar açısından kesinlikle evet… Ama biz büyük şehir de yaşayanlar veya masa başındakiler ne denli farkındayız?
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı tatilini de dâhil ederek dört gün süren bir GAP turuna katıldım. Şanlıurfa’da başlayan, Mardin, Diyarbakır’dan sonra Gaziantep’te sonlanan gezimizde yaklaşık bin km aşkın yol kat ettik…
Gezdiğimiz tüm şehirler ve tarihi bölgelerde yaşları 5-15 arası çocuklar tarafından karşılandık...
İlk durağımız Harran idi…
Çevreyi gezerken en ayrıntılı bilgiyi çevremizi dolayan bizlerle ilerleyen çocuk ordusu - kendi ifadeleriyle en rahat Arapça- zaten kendi aralarında bu dilde konuşuyorlar- sonra Türkçe İngilizce ve kuşdili dillerinde bilgilendirebileceklerini belirttiler. Öylesi saf, öylesi içtendiler…Küçük Hasan eşimin yanından bir dakika bile ayrılmadı. Hasan’ın yüzü gülüyor, onunla bölgesinin tarihi güzelliklerini paylaşmaktan mutluluk duyuyordu. Hasan’ın ayakları çıplaktı… Ama gözlerinin içi gülüyordu… Otobüse binerken üstünde adresi bulunan bir kâğıt uzattı, ‘abi kartımı al bana mektup yolla’ dedi…
Harran’daki çocuklar çantamızdaki paraya değil, varsa kaleme taliptiler…
Harran’da en eski üniversiteyi 15 yaşındaki Aynur’un anlatısından öğrendik…
Şanlıurfa’da en iyi isot, turistik objeler en uygun fiyata nereden alınır. En iyisini Mehmet bilir… Yolumu kaybetmem imkansızdı zira o küçük ordudan biri hemen yanımda bitiverdi . Oysa ben o dakikaya kadar onun nerede olduğunun farkında bile değildim… Ertesi sabah otele geldi bizi uğurlamaya sabahın 6’sında, pırıl pırıl bir yüz ve uykulu gözlerle…El salladı otobüs gözden kaybolana kadar…
Mardin’de otobüsü karşıladılar Cumhuriyet Meydanı’nda, dar yollarda beraber ilerledik çocuklarla, Ulu Camii’nin tarihçesini sözlüye kaldırılmış ve dersini iyi ezberlemiş bir edayla aktardı 11 yaşındaki Ömer. Bir gözüyle de rehberimizin yüzünde bir işaret arıyordu… Alkışlarımızla ona teşekkür ettik… Büyüyünce rehber olmak istiyormuş Ömer…
Her kapıda ev sahibinin gelenin kadın veya erkek olduğunun anlaması için iki tokmak olurmuş eski evlerde bunu da Yakup söyledi. O kadar kapıyı çaldı ki, ev sahibi açtı mecburen…
Midyat’a vardığımızda hava kararmaya yakındı… Ama onlar yine indiğimiz noktadaydılar… Güneş olmamasına rağmen küçük küçük gölgelerimiz vardı, tarihi konağa onların eşliğinde gittik. ‘Şurada bu dizi çekildi, işte bu da karşısındaki bakkal…’, ‘burası Avraam Kilisesi’ konak çıkışı o karanlık yollarda onlar olmasaydı nereye gideceğimizi bilemezdik… Ateş böcekleri gibi yolumuzu aydınlattılar…
İşte o dakikalarda şimdilerde çocukluğumuzu anımsatan mailler geldi aklıma… Onlar, küçük şehirlerin çocukları, henüz kaybetmemişlerdi çocuk olabilmeyi…
Hasankeyf’te yine başka bir ordu karşıladı bizi, daha köprünün karşısında… Eğer baraj planı hayata geçirilirse nereye kadarı sular altında kalacaktı… Ayşe, anlattı hüzünlü bir dille… Karşıya geçtik birlikte, eski darphane nerede, hangi oyuklar ev, hangi bölge çarşı idi, en güzel görüntü nerede Hasan hepsini biliyordu. Yoldaşım oldu tepelere tırmanırken- en kestirmesinden çıkıverdik tepeye-. Ailesi yukarıda, kendisi aşağıda kalıyormuş…
Atatürk Barajı manzaralı ve şehitlik anıtının bulunduğu yerdeki 9 yaşındaki o güzel çocuk, arkeolog olmak istiyormuş…
Atatürk Barajı’nın uzantısında bulunan Halfeti’de Pazar günü olmasına rağmen hiç çocuk yoktu… Onların okulları camileri bağ bahçeleri sular altında kaldı, onlar da oralardan çoktan taşındı…
Tarihe, sahip çıkmak için galiba biraz da onunla yaşamak lazım…