Bu bir Şalom’a övgü yazısıdır; sevmeyen okumasın! Ama önce size eski bir anımı nakledeceğim: Şalom’da yarı profesyonel olarak çizmeye başladığım 1991 yılından bu yana pek çok ünlü karikatürcü tanıdım, güzel dostluklar geliştirdim. Bunlardan biri de Cumhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfa karikatürcüsü rahmetli Ali Ulvi idi.
Ali Ulvi, kendime model aldığım müthiş bir sanatçıydı. İstanbul beyefendiliği bir yana, engin bilgi donanımıyla gerçek bir aydındı. Karikatüründe hiç abartıya kaçmaz, konuyu olabildiğince kestirmeden yalın ve sade çizgilerle anlatırdı. Usta, yetenekli bir ressam olduğu kadar takıntılı denecek derecede mükemmeliyet hastasıydı.
1996 yılında ilk albümü yayınlanmıştı. Oysa o tarihte ilk karikatürünün yayınlanmasının üzerinden tam 56 yıl geçmişti. Elli yıl Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışmış, ülkemizin en saygın karikatürcüsü olma mertebesine erişmiş, ancak albüm yayınlamak için yarım asır beklemişti. Boşuna dememişler, “mükemmel iyinin düşmanıdır” diye!
Bir Mayıs akşamı, Ali Ulvi’yi kutlamak ve yeni kitabını imzalatmak amacıyla Teşvikiye’deki evinin kapısını çalmıştım. Üstat o günlerde rahatsız ve keyifsizdi ama ziyaret isteğimi nezaketle kabul etmişti. Kapıyı açtığında, üzerinde şık bir robdöşambr, boynunda ipek bir fular vardı. Besbelli ki ziyaretçisi için hazırlanmıştı. Biraz sohbetten sonra, söz yeni kitaba geldi. “Biliyor musun” dedi, “aranızdaki tek kitapsız bendim, şimdi bu unvanımı yitirdim!”
‘Kitapsız’ sıfatını özellikle kullanmış, bunun bir erdem olduğunu vurgulamak istemişti. Utanmıştım. Koskoca Ali Ulvi, ilk kitabını 50 yıl sonra yayınlamışken, Şalom’da çizmeye başlayalı henüz beş sene bile doldurmamış garip kulunuz şimdiden üç kitap sahibi olmuştu... Sohbetin sonunda, “İzin verirsen sana kitabımı imzalayayım” diyerek bitişikteki çalışma odasına çekilmişti. Salonda bir başıma kalmıştım. Zaman geçirmek için duvardaki resimleri, raflardaki kitapları incelemeye dalmıştım. Nedense bir süre sonra kitap imzalama faslının normalden uzun sürdüğünü fark etmiş, merakla üstadın çalışma odasına göz atmıştım.
Ali Ulvi, çalışma masasının başında, elinde kalemi, ağır ağır kitaba bir şeyler karalamaktaydı. Bu kadar uzun ne yazabilir, herhalde benim için özel bir şey çiziyor diye heyecanlanmış, uslu uslu oturarak beklemeyi sürdürmüştüm.
Üç çeyrek saat sonra üstat yeniden belirmişti. “Kusura bakma biraz uzun sürdü, sıkılmadın ya?” diye sormuştu nazikçe. Ben ise abartılı bir teşekkürle uzattığı kitaba saldırmış, merakla birinci sayfayı açmıştım. Kelimesi kelimesine şunlar yazıyordu: “İzel Rozental’a sevgi ve dostlukla, 5 Mayıs 1996”.
Çarpılmıştım! Koskoca Ali Ulvi, bunun için mi beni tam kırk beş dakika boyunca salonunda bekletmişti? Açıklama gelmekte gecikmemişti. “Kitapta fazla hata var” demişti, “bunları düzeltmek biraz zaman alıyor.” Meğer karikatürlerin bazıları matbaa hatasından dolayı yarım ya da eksik basılmıştı. Ali Ulvi, bunları bir bir tamamlamış, hatalı olanlarıysa beyaz boyayla silerek baştan çizmişti. Elimde özgün bir yapıt duruyordu!
Kim derdi ki yıllar sonra, yeni çıkan kitabımı imzalarken benzer eylemde bulunacaktım? ‘Moda Sevgilim’ adlı kitabım, İstanbul 2010 etkinlikleri kapsamında yayınlandı. Kitaptaki dizgi ve baskı hataları yanı sıra, iki paragraf yazı buharlaşmış, yerine mükerrer olarak başka paragraflar konmuş! Kısaca, kitap çorba olmuş! Ben de çaresiz, okuru bulmaca çözmekten kurtarmak adına, mükerrer bölümleri siliyor, eksik bölümleri bir bir tamamlıyorum...
Bundan önceki kitabım (Dikkat!Buda) ise imla hatalarıyla doluydu. Kitaptaki bütün inceltme işaretleri uçmuş, de’ler da’lar birleşmiş, ‘tabii’ler tabi’ye, noktalı virgüller virgüle, özel isimler cinse dönüşmüştü. O kadar ki, şikâyetçi bir okurumu tazmin için eski kitaplarımdan birini postalamak gereğini duymuştum.
Bir dostum, “Amma da mükemmeliyetçisin!” dedi. Değilim. Sadece okuruma saygı duyuyorum... Bir başka dostum, her nedense beni övme gereğini duyumsadı: “Türkçeyi ne güzel kullanıyorsun, ana dilin gibi” dedi. Şaka gibi! “Sen de çok iyi Türkçe konuşuyorsun” diye yanıtlamak zorunda kaldım. Türkçeyi ana dil olarak kullanmak, sanki başka ana dilim varmış gibi!
Kimisi yazılarımı Art Buchwald’a, kimisi de Ephrahim Kishon’a benzeterek iltifat eder. Alındığımı belli etmem. Oysa ki en güzel iltifat Yayın Koordinatörüm Tilda Levi’den gelmiştir: Bir defasında “İzel gibi yazmışsın” dedi. Bundan güzel övgü olabilir mi? Kendim gibi yazmak...
Buraya kadar okuma sabrını gösteren nazik okur, merak etmişsindir Şalom’a övgü bu yazının neresinde diye? Şu elinde tuttuğun gazeteyi bir incele bakalım. Kaç tane Türkçe, imla veya baskı hatası bulacaksın? Bulacağın her hata karşılığında bir yıllık abonelik ücretin benden!