Bu gazeteye yazı yazmak beni kendim hakkında derin düşüncelere itiyor. Kendi tarihimi, davranışlarımı sorguluyorum.
Bütün derin düşünmeler sonunda yıllar önce annemin dediği bir laftan bu yana içimde var olan bir kuşku daha da güçlendi.
Annem o lafı bana sakallarımın henüz beyaz çıkmadığı bir tarihte söylemişti. O zamanlarda sakal bıraktığımda kızıl renkte uzuyorlardı. Annem uzun bir süre beni görmemesinden sonra o halimi görünce ‘oğlum hahamlara benzemişsin’ deyiverdi bana. Hahamların neye benzemesi gerektiğini o tarihlerde pek bilmediğimden anneme katılıp katılmadığım konusunda bir şeyler söyleyemedim, ama sonraki yıllarda uzaktan olsa da gördüğüm hahamlara bakınca annemde bir haklılık payı olabileceğini düşünmeye başladım. Bu olayda gizemini koruyan bir başka mesele annemin oğlunu görür görmez bir benzetme yapmak için neden ilk aklına gelenin haham olduğudur. Öyle ya bu genelde insanların Türkiye’de rutin ve doğal yaptıkları bir benzetme değildi... O gün karar verdim ki annemin bilinçaltında bana açıklamadığı bir konu vardı. Seküler olduğum için ve durup dururken bir hahama benzemek pek istemediğim için o günden sonra ben hiç sakal bırakmadım.
Sakalsızım ama başka bir mesele de var. Hayatıma bakıyorum da tüm yaşamım Woody Allen/ Larry David karışımı bir insanın bahtsız yaşamı şeklinde geçiyor benim. Bir insanın bu adamlardan sadece bir tanesinin hayatına benzer bir yaşama sahip olması zaten kendi başına acıklı ve travmatik bir gelişme ama bir de iki damın özelliklerini kendi kişiliğinde birleştiren bir insanın hayatı tam bir işkenceye dönüşebiliyor.
Larry David/ Woody Allen karışımı kişiliğim sayesinde hayatımda hiçbir zaman tam mutlu olamadım, mutlu olduğum ender anlarda bile bunu nasıl göstereceğimi bilemedim. Mutluluğumu ifade etmenin güzel bir şekli nadiren olsa da aklıma gelse bunu yine yapamadım çünkü korktum, mutlu olduğum ortaya çıkarsa anında mutsuz olmamı gerektiren bir gelişme olur diye düşündüm, suçluluk komplekslerim var, kendimi hep yetersiz görüyorum, aşırı koruyucu ve düzenleyici olan annemin beni yeterince takdir etmediğini sanıyorum, falan filan. Woody Allen ile Larry David’in yaşamlarından gördüğüm kadarıyla bu dünyada bir Yahudi olarak var olabilmenin karakteristik özellikleri bunlar. Ben onların ikisinin de en kötü yanlarını alıp kişiliğimde birleştirdiğimden ortaya müthiş bir karışım da çıkmış durumda.
Bir de belanın beni bulması gibi bir durum da var. İyi bir şey yapmaya çalışsam da onun sonucu bana kötü bir şey olarak geri dönme eğiliminde hep. Daima kendimi arzu etmediğim negatif enerji veren tartışma ve kavgaların içine buluyorum. Bir Larry David sendromu bu, tamam kabul etmeliyim ki bazı negatif enerji yüklü ortamların yaratılmasına ben de katkıda bulunuyorum haklı da olsam haksız da kavgadan kaçmama gibi bir âdetim var ve karım bunun son derece rahatsız edici bir karakter deformasyonu olduğunu düşünüyor.
Gördüğünüz gibi annemin lafından sonraki yaşamım iki ünlü Yahudi karakterin yaşam biçimine müthiş benzerlikler gösteriyor.
Bu da benim kendimle ilgili kuşkularımı güçlendiriyor.
Ha tabii ayrıca bir de nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun Hava Nagila şarkısını duyduğumda ortaya fırlayıp dans etmek için içimde karşı duyulamaz bir arzu hissetmem gibi bir durum da var. Bence bu hakkımdaki en güçlü delili oluşturuyor…
Çocukluğumda annem ve babam beni nereye tatile götürseler, gece eğlencelerinde mutlaka bu şarkı çalardı ve orada bulun insanlar ortaya çıkıp toplu halde dans ederlerdi. Ben çocuk kafamla o şarkının bir Brezilya folk şarkısı olduğunu sanırdım ama sonra gizemli gerçeği öğrendim.
Bütün kanıtları alt ata koyduğunuzda benim yazının başlığında vardığım sonuçtan başkasına da varmak mümkün gözükmüyor.
Serdar Turgut Kimdir?
ABD’de lisans ve lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönen Serdar Turgut 1980’li yıllarda Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Ekonomist olan Serdar Turgut’un medyadaki ilk görevi Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nda oldu. Bir dönem gazetenin Washington Temsilciliğini de üstlenen Turgut, ülkeye dönüşü ile birlikte köşe yazarlığına başladı. 2002 yılında Akşam Gazetesi’ne geçen ve bir dönem bu gazetenin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yürüten Serdar Turgut, gündem yaratan siyasi etkinliği olduğu kadar, mizahi üslup ile yazdığı yazılarla Türkiye’nin en popüler köşe yazarlarından biri oldu.